Ana içeriğe atla

Bu Kafalar Değişmeli Artık! **


"Beraet-i zimmet asıldır" Mecelle kaidesini bilmeyenimiz yoktur. Hatta hiç ağzımızdan düşmez. Mecelle kalkmasına rağmen bu madde darbımesel gibi hala günümüzde kullanılmaya devam etmektedir. Bu maddenin unutulmaması öyle zannediyorum ifade ettiği anlamdır. "Tersi ispatlanmadıkça insanların suçsuz sayılması ilkesi" demektir bu cümlenin manası.

Bugün biz bu ilkenin neresindeyiz? Maddeye riayet ediyor muyuz yoksa sadece dilde mi? Öyle zannediyorum pek azımız bu maddenin manasına uygun hareket ederken çoğunluk ise daha yargılama olmadan masumiyet karinesini çiğneyerek kişiyi baştan suçlu ilan ediyor, tu kaka yapıyor, hayat hakkı tanımıyor. Elinde imkan olsa boğacak. Böyle davrananlara el insaf demek lazım.

Kişiyi baştan suçlu görmemizin yanında bir yaptığımız hata daha var: Üzerine suç isnat edilen insanların hepsine toptancı yaklaşıyor, tümünü aynı kefeye koyuyor, bunların hepsi aynı diyoruz. Kimin hangi saikla orada bulunduğunu, suç işlemişse suçun neresinde olduğunu dikkate almıyoruz. Durmadan niyet yargılıyoruz. Bunlar hep böyledir, bunların elinde imkan olsaydı bize şunları şunları yapardı diyoruz. Bu durumda kendimizi hem hakim hem savcı yerine koyuyor, üstüne de linç etmeye çalışıyoruz.

Kişiyi, yargılanmadan suçlu ilan ettiğimiz yetmediği gibi aileden bir kişi yüzünden tüm aileyi de suçlu ilan ediyoruz. Evlat suçluysa anne-babayı, anne-baba suçluysa çocuklarına da töhmetle yaklaşıyoruz. İşin garibi böyle yaparken Hıristiyanlıktaki "Asli günah"ı unutuyoruz. Unutmuyorsak da aynı şey olduğunu düşünemiyoruz. Halbuki suçun ferdiliği önemlidir. Akrabadan birinin işlediği suçlardan dolayı diğer fertler suçlanmamalıdır.

Suç işleyenler için yaptığımız bir başka şey de suç işleyeni ayıplıyor ve dışlıyoruz. Ayıpladığımız şeyin bir gün başımıza gelebileceğini maalesef hesaba katmıyoruz. Halbuki ayıpladığı başına gelmeden kimse ölmez derler.

Hasılı insanımız taşıdığı bu kafayı değiştirmeli. Çünkü bu yapılanların dinle, diyanetle, ahlakla alakası yoktur. Ne yargılanıp hüküm giymeden birini suçlamalı, ne suç işleyenlerin hepsine toptancı davranmalı, ne suç işleyen kişi yüzünden ailesini karalamalı, ne de suç işleyeni ayıplamalı. 

** 21.01.2019 tarihinde kahtasoz.com sayfasında yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde