Ana içeriğe atla

Olması Gerekeni Söylediğimden Kimse Memnun Kalmadı(3)

Sahil kenarında beş yıldızlı bir otelde üç günlük bir seminere çağrıldım. Katılım yine zorunlu. Yeme, içme, barınma ve yol masrafları sponsora ait.

Okulların açıldığının üçüncü günü öğrenci ve öğretmen okula giderken biz aynı ilden iki yüz kadar yöneticiyle sahile gidiyorduk. Eğitim ve öğretimi beş yıldızlı otelde kurtaracaktık.

Firmanın temin ettiği otobüslere doluştuk, çıktık yola. Hareket noktamızdan 150 km kadar gitmiştik ki otobüsümüz arızalandı. Yeni bakımdan çıkmış otobüs dayanamadı bizim yükümüze. Aklı, iradesi ve vicdanı olmayan otobüs, sizin gittiğiniz bu seminerden ben memnun değilim arkadaş diyordu sanki. Doğru dürüst telefonun çekmediği mesken mahalin olmadığı uçsuz bucaksız bu yerde hizmette sınır tanımayan firmamızın harekat noktamızdan gönderdiği otobüsün gelmesini saatlerce bekledik. Önden giden diğer partnerlerimizden 4-5 saat gecikmeli olarak otelimize intikal ettik. 

Akşamında başlayan seminer, diğer günlerde sabahtan akşama yoğun bir şekilde devam etti. Konuşmacıların biri indi, diğeri çıktı hatip kürsüsüne. Biz ise koltuğumuza oturarak dinledik konuşmacıları. Sıkılıp çıkmak istesek kapıda bizi çıkarmamak için bekleyen milli eğitim müdür yardımcısını aşmak gerekecekti. Mümkün mü bu? Naçar dinledik tüm konuşmaları. Bana bu seminerin faydası ne oldu deseniz, benim için en büyük faydası milli eğitim müdür yardımcısının görev tanımları arasında kapıda bekleyip giriş ve çıkışlara izin vermemesi olduğunu öğrenmek oldu.

Sabah, öğle, akşam ve ara öğünlerle birlikte karnımızı bir güzel doyurduk. Kuş sütü eksik yiyecekleri gördükçe şundan da alayım, bundan da alayım derken gözümün istediğini midemin kabul etmediğini gördüm. Yeter bu kadar eziyet, benim de bir istiap haddim var değil mi serzenişine aldırmadan tabağıma aldığımı bitirmeye çalıştım, bitirdim de. Ki artık bırakmamak gerekiyordu. Yoksa israf olurdu. Davul gibi şişti karnım. Ne eğilebiliyor, ne de kalkabiliyorum. Tuvalete gidince de rahatlayamıyorum. Çünkü arkama bırakmadan  yediklerimden kabız olmuştum. Soda bile fayda etmedi rahatlamama. Durumum bu iken yiyemediklerimi gördükçe kaç defa içimden "Ya Rabbi, ya midemi büyüt, ya da canımı al" diyesim geldi.

Akşam yemeğinden sonra madem buraya geldik, yüzme bilmesem de girmedim demeyeyim diye havuza girdim, çıktım, saunaya girip terledim. Çıkışta lobide oturarak geç vakte kadar sınırsız çay içtim. Niye içmeyeyim ki çayı seviyorum, üstelik beleş. Beleş olunca kaçırır mıyım. Şu durumda eksik olan aradığım boş mezardı. Bulabilseydim oraya da girerdim.

Seminerin son günü cumartesi günü kahvaltıdan sonra yola çıktık, güç bela evimize geldik. 3-4 saatlik bir otobüs yolculuğu karnımın şişini indirmese de acıktırmıştı. 3-4 gün boyunca gördüğüm  sınırsız cennet nimetlerinden sonra evde beni dünya nimeti pırasa karşıladı. Moralim bozulsa da oturdum sofraya, birkaç alayım dedim. Birkaç derken pırasadan nasibimi tattım. Epey de yedim hayatım boyunca ölmeyecek kadar yediğim bu nimeti. Çünkü kaç gün boyunca yediğim sınırsız envaiçeşit yemekten daha lezzetli geldi. Karnımın şişi gitti, bağırsak sistemim düzene girdi. Oh be! Dünya varmış! Pırasa Allah'ın bahşettiği en büyük nimet, dedim.

Niyetim beş yıldızlı otelde eğitim ve öğretim seminerini konu edinmekti. Gördüğünüz gibi ben eğitimden ziyade yediğim ve içtiğimi anlattım. Şimdi gelelim sadede.

Seminer dönüşünden bir ay sonra yöneticiler, seminere katılan ilçemiz müdürlerini bir yerde toplayarak semineri değerlendirmemizi istediler. Bu sefer toplandığımız yer yıldızı olmayan bir okulun konferans salonuydu. 40 kadar müdür vardık toplantıda. Herkese tek tek söz verdiler. Her sözü alan "Çok iyiydi, değişiklik oldu, tekrarını bekleriz" dedi. Sıra bana geldi. Sayın hocam, beş yıldızlı otelde yapılan bu semineri içerik yönünden beğendim. Zira dolu dolu bir programdı. Yalnız seminer yerini tasvip etmedim. İsraf diz boyuydu. Bu seminer özel sektöre ait beş yıldızlı bir otelde yapılacağına devletin değişik illerde hizmetiçi eğitim enstitüleri var. Keşke bu seminer oralarda yapılsaydı, tam büfe yemek yiyeceğimize tabldot usulü yemek" der demez cümlemi tamamlamadan milli eğitim müdürü, eliyle işaret ederek "sıradaki" dedi ve sözü ona verdi. Yanımdakiler de ne söyleyeceklerini daha önceden belirlemişcesine "Çok iyi oldu, memnun kaldık, tekrarını bekleriz, teşekkür ediyoruz" dediler. Herkes memnuniyetini ifade ettikçe yönetici ve bu semineri organize edenler dört köşe oluyordu. Memnuniyetleri ağızları açık dinlediler.

Körler ve sağırlar birbirine pas atarak birbirlerini ağırlarken memnuniyetini ifade etmeyen tek kişi olarak sap gibi orta yerde  kalmıştım. Sıra en son konuşmacıdaydı. "Ramazan abiyi es geçtiniz, ben de tıpkı onun gibi düşünüyor ve bu seminer yerini tasvip etmiyorum, israf görüyorum" dedi. Tek başına kaldığım, kimseye derdimi anlatamadığım bir ortamda benim gibi düşünen ikinci bir cinsin daha çıkması beni fazlasıyla memnun etti. Allah razı olsun kendisinden.

Yeme, içme, konaklama ve yol ücretlerinin bir belediye tarafından karşılandığı bu semineri, tasvip etmediğimi söylediğimden gördüğünüz gibi bir kişinin dışında kimse memnun kalmadı. Ne diyelim, buna da şükür! Bir kişi de olsa beni anlayan çıktı. Çoğunluk ise yediği üzümün bağını sormadı ve sorgulamadı. Tekrarını bekleriz diyerek memnuniyetlerini ifade etmekle yetindiler.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde