Ana içeriğe atla

Terörle Mücadelede Sınıfta mı Kaldık Yine?


Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki hem içimiz, hem de dışımız düşmanla dolu. Yarım asrı devirdiğim bu yaşımda iç ve dış -görünen ve görünmeyen- düşmanlarla devletin mücadelesi bitmedi. Kimi eski, kimi yeni çıkan düşman ve hainlerle devlet mücadele üstüne mücadele yapıyor. Sanki I.Dünya ve Kurtuluş savaşlarımızdan sonra bize bu ülkeyi bırakanlar/bahşedenler "Başınıza öyle bir çorap öreceğiz ki yaşayabilirseniz ne ala" demiş olmalı. 

Peki başımıza örülen bu iç ve dış düşmanlarla mücadelenin neresindeyiz? Devlet gerçekten bunları kökünden kazıyacak şekilde mücadele edebiliyor mu ya da mücadelesinde başarılı mı? Geçmişten günümüze tüm düşman ve ihanet şebekeleri hala yaşadığına göre bu konuda acizane görüşüm mücadelede başarılı değiliz. Çünkü bataklıkların kimi aktif, kimi de uyuyan hücre olarak  hepsi hayatiyetine devam ediyor, canımızı acıtıyor ve inisiyatif onlarda. Bunlarla mücadele eden devlet, bataklığı kurutmaktan ziyade pansuman ve polisiye tedbirlerle günü kurtarmaya çalışıyor. Yani sivrisineklerle uğraşıyor. Örnek mi istersiniz? Çok öteye gitmeye gerek yok. DHKP-C, PKK, Hizbullah, DEAŞ, Ergenekon, FETÖ hala dimdik ayakta. Bildiğim kadarıyla sadece Hizbullah'ın lideri öldürüldü. Bu örgüte üye olanlar -toplumdaki algıya göre- kimi haklı, kimi de haksız yere cezalandırıldı. Bugün bitmiş gibi görünen bu örgüt potansiyel olarak hala var. Yarın tekrar çıkmayacağına dair kimsenin garantisi yok. 

DHKP-C zaman zaman kanlı eylemleriyle kendinden söz ettirmekte. 

PKK'nın başı yakalanmak (veya bize teslim edilmek) suretiyle cezasını çekmekle birlikte içeriden liderliğini devam ettirmekte. Üstelik YPG/PYD olarak sınırımızda bize tehdit olmaya devam ediyor. Geçmiş gücünü kaybetmiş görünmekle birlikte PKK, güneyimizde kanlı eylemleriyle adından söz ettiriyor. 

DEAŞ, Suriye ve Irak'ta bir zamanlar çok aktif olmakla beraber zaman zaman ülke içinde kanlı suikastlara imza atabiliyor ve saflarında savaşmaları için ülkemizden örgüte eleman devşirebilme potansiyeline sahip.

Bir zamanlar devletin içerisinde derin devlet olarak yerleştiği, darbe yapacaklar diye söylenen; Sarıkız, Ayışığı, Balyoz gibi isimlerle anılan Ergenekon ile mücadele için çoğu asker olmak üzere hepsi yargılandı, davalar yıllarca devam etti. Sonra “TSK'ya kumpas kuruldu" denerek yargılananlar bir bir dışarı çıktı/çıkartıldı. Belleklerde Ergenekon diye bir örgütün olup olmadığı müphem kaldı. Beş yıl boyunca içeride yatırdıklarımızın çoğu da bugün kahraman muamelesi görüyor. Suçlular mı, değil mi kimse bilmiyor. Belki  çoğu içeride masum bir şekilde yatmış oldu.

Son olarak devlet 15 Temmuz 2016  kanlı darbe teşebbüsüyle gerçek terör örgütü olduğunu gösteren "Resmi görünümlü terör" örgütü olan ve adına FETÖ/PDY denilen hain ve sinsi örgütle mücadele ediyor. Devletin kılcal damarlarına kadar giren diğerleri gibi bir ucu dışarıya bağlı olan bu terör örgütüyle mücadelede devlet ne kadar yol aldı? Örgütün tepe noktasını ve beyin tabakasını ele geçirebildi mi? Örgütü dağıtabildi mi? Görünen, örgütün  suçüstü yakalananlar dışında esas suçlu ve elebaşları yurt dışında kaçak. Dışarıdan  devlete karşı hamle üzerine hamle yapıyorlar. Kırmızı bültenle aranmalarına ve suçluların iadesi çerçevesinde devletlerden istenmelerine rağmen ülkeler bizim bu isteklerimize olumlu yanıt vermedikleri gibi bu örgüt üyelerine destek veriyorlar. Bizim devlet ne yapıyor? Elde olanlarla mücadele ediyor. Örgüt ile şu ya da bu şekilde geçmişte bağı olmuş kişilerle yetiniyor. Kiminin iş akdini feshediyor, kimini içeriye alıyor, kimini görevden uzaklaştırıyor. Hala operasyon üzerine operasyon yapıyor. Örgütü bir türlü çözemiyor. Korkum, devletin bu örgütle mücadelesinin Ergenekon'la mücadelesine benzeyeceği ve sulandırılacağıdır. Çünkü Ergenekon davalarında da ipin ucu bir müddet sonra suçlu, suçsuz herkese uzanmaya başlamıştı. (Buda bir FETÖ kumpası olduğunu anlamamız uzun sürdü.)  FETÖ ile mücadelede de suçlu, suçsuzun karıştırıldığı düşünülüyor bir kesim tarafından.

Yazımı uzattım biliyorum ama şunu da söylemeden edemeyeceğim. Devlet suçu yok etmek için uğraşmıyor. Ya gücü yetmiyor, ya da bu şekil geçiştiriyor. Yani piyonlarla uğraşıyor. Maalesef görünen bu! Burada devleti yönetenlere bir soru sormak istiyorum. Yukarıda saydığım bu örgütler bu ülkede sere serpe neşvünema bulurken sen neredeydin? Böyle suç örgütlerinin ortaya çıkmaması için ne yaptın? Sanırım devletin böyle bir politikası yok. Hiç olmadı. Devlet önce suç çıksın, gelişsin ve olgunlaşsın, sonra ensesinde biteyim diye düşünüyor. Zaten örgütler de bu boşluktan çıkıyor ve bitmiyor. Ne diyelim? Şayet doğru yolda isek mücadeleye devam… Hayırlı olsun! 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde