Ana içeriğe atla

Münacatımız Ona Olsun! *


Üç günlük dünyada insanın başına gelmeyen kalmıyor. Ne de olsa imtihan dünyası. Bu kazana girip terlemek hatta yanmak da var. Çünkü imtihanı kazanmak kolay değil.

İnsanoğlu, başına gelen problemleri önce kendi çözmeye başlar. Boyunu aşınca eşini, dostunu devreye koymaya çalışır. Tüm tanıdıklar ve iş yapacaklar sırtını dönünce ve kapılar tek tek yüzüne kapanınca kendi derdiyle baş başa kalır insan. Aslında yalnız değildir. Yaradan’ı vardır her daim yanında. 7/24 açıktır bu kapı. Hacet kapısıdır bu makam: Protokol yok, mesai bitti yok, araya birini koymaya gerek yok. Kapıda girmene engel kapıcı yok; niçin geldin, yeni mi aklına geldi, çık dışarıya diyen yok. Bugün yoğunum, randevu al, dilekçe bırak diyen yok; derdini tam anlatamadın, ne demek istediğini anlamadım diyen de yok. 

Merhamet kapıları açık; yeter ki kulum istesin, derdini bana açsın diyen biri var her yerde. Üstelik sana senden yakın. Çünkü şah damarından daha yakın.  Tipine, boyuna postuna bakan biri değil. İstediği tek şey kapısına gelmen, kendisini hatırlaman... Bunun için saatlerce yol yürümene gerek yok. Yapacağın tek şey bulunduğun yerde samimi bir şekilde ellerini açman; suçunu/derdini itiraf etmen ve pişmanlık duymandır, bir daha yapmamaya söz vermendir. Kapına geldim, dertliyim, derdimi sadece sana açıyorum, kurtar beni bu badireden; bana sabır ver, benim için başka kapı aç diyorsun. Bunu ister sesli, ister sessiz yap; ister hecele, ister kekele, ister kelimeleri yut. Problem değil. Zira halden anlayan biri var karşında. Ne halin varsa gör demez. O seni her daim dinler ve cevabını üç şekilde olur. 1. Evet der, istediğini verir. 2. Hayır der, daha iyisini verir. 3. Bekle der, en iyisini verir.

Duanın/tövbenin kabulü için yapacağın tekrar tekrar ısrar etmek ve duanın kabulü için acele etmemektir. Duana başkasını da katmaktır, hayırlısını istemektir, beklemektir. Zira bu kapı kapanmaz, bu kapıda karamsarlığa yer yok, ümitler tükenmez burada. Bir bakmışsın derdin bitmiş, isteğin kabul olmuş, korktukların gerçekleşmemiş. Bundan haberin bile olmaz. Yeter ki sen beklemeyi, istemeyi bil. Bu aşamada ve hiç asla isyanı düşünme. Çünkü pişeceksin. Bir samimiyet sınavındasın. Sınavı kurallarına göre oynayacak ve sonucunu ona havale edeceksin. Çünkü seni senden daha iyi tanıyan biridir o. O asla seni, sana ve başkasına bırakmaz. Ona, gücüne ve merhametine güvenerek bekleyeceksin. O sana mutlaka bir çıkış yolu gösterecektir.

İstediğini ve gönlünden geçeni vermezse hayırlısı bu imiş deyip sonucuna katlanacaksın. Zira bu dünyada kaybetmek, ahireti de kaybetmek anlamına gelmez. Burada kaybeden ötede güler. Mühim olan orada kazanmak değil mi? Son gülen iyi güler. Yeter ki sen dertlerinle pişmeye devam et. 

Başına gelenleri de başkasından değil, kendinden bil. Çünkü insan yapıp ettiklerini yaşar. Derdini de başkasına değil, sadece ona aç.

*15/02/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde