Ana içeriğe atla

Ağaçlar ve Makam Sahipleri *


Evimizin önünde, caddelerde, park ve bahçelerde ağaçlar görürüz. Bazısının başı havada, bazısı ise aşağıya doğru sarkmış durumda. Başı yukarıda olanlar meyve vermeyen ağaçlar, toprağa yakın olanlar ise meyve veren ağaçlardır genelde. 

Meyve vermeyen ağaç seyirliktir, verirse oksijen verir, altında oturursan gölgesinden faydalanırsın. Gerçi yukarıya doğru uzadığı için gölgesinden de pek faydalanamazsın, üzerine de pek çıkamazsın. Çünkü alıp başını yukarıya doğru gidiyor. Meyve veren ağaca gelince meyve verdikçe olgunlaşır, pek boy almaz, yere yakın durur. Meyveleri olgunlaştıkça insanlar faydalansın diye dallarını aşağıya doğru sarkıtır, meyveler toplanıncaya kadar tüm yükü çeker. İnsanoğlu faydalandıkça faydalanır, dalına basıp çıkmak da kolaydır. Meyvesinden, kokusundan, yeşilliğinden insanları faydalandırır. 

Meyve veren ağaç ile meyve vermeyen ağacı insanoğluna kıyas edersek -teşbihte hata olmasın- meyve vermeyen kibri, meyve veren ise alçakgönüllülüğü temsil ediyor. İşe fayda yönünden bakarsak kibirde fayda yok, tevazuda sayısız yarar var. 

Ağaçlardaki bu durumu makam sahiplerine uyarlayalım. Bazı makam sahipleri vardır ki tıpkı meyve veren ağaç gibi mütevazı ve çevresine karşı yardımcı olmaya çalışır, onları sever ve sayar. Bu tür makam sahipleri egolarını ayaklarının altına almış, bulunduğu yeri dolduran ve etrafına ışık veren kişilerdir. Bunlara çabuk ulaşırsın tıpkı meyve veren ağaç gibi. Bunlar bulundukları koltuğa layıkıyla gelmişlerdir. Bazı makam sahipleri vardır ki ben bunlara makam budalası diyorum. Ne oldum delisidir bunlar. Ne kokar, ne de tüterler. Egoları ayaklarının altında değil, başlarındadır. O ego, o kafayı dik tutar, kibri tavan yapar, aşağıya doğru baktırmaz. Çünkü gözü hala yukarılardadır. Aşağıdakilere tekme sallarken yukarıdakilere kuyruk sallar. Çünkü zirveye tırmanmanın yolunun yukarıya kuyruk saklamaktan geçtiğine kendisini inandırmıştır. Ona göre bu işler zaten böyle olur. Zaten mevcut koltuğa da böyle gelmedi mi? İşte bu tipler tıpkı meyve vermeyen ağaca benzer. Varın faydasını siz düşünün.

Meyve veren ağaca kolayca erişebilirken meyve vermeyene ulaşamazsın, randevu bile alamazsın. Kazara ulaşsan da doğru dürüst yüzüne bakmaz, baksa da işini yapmaz. Çünkü kibri ve egosu buna engel olur. Sonra işini halletse o bundan ne fayda kazanacak?

Doğaya bakınca meyve veren ağaçla, meyve vermeyen ağacın arasındaki farkı görebildiğimiz gibi makam sahiplerinin görüntüsüne, duruşuna bakarak hangisinin makam budalası olduğunu, hangisinin hizmet edebileceğini, hangisinin kibrinin tavan yaptığını, hangisinin alçakgönüllülüğü elden bırakmadığını pekala görebiliriz. 

Egosunu ayaklar altına alanlar; makamın kaybetmediği, egosunu hala kafasında  tutanlar ise makamın kaybettiği makam sahipleridir. Allah meyve veren ağaç misali çevresine değer veren, geçmişini unutmayan makam sahiplerinden eylesin.

*02/03/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde