Ana içeriğe atla

Nihayet Makam Aracı Saltanatına İçeriden Bir Tepki Geldi *


"Kendisiyle görüşmeye gelen belediye başkanlarına, 'Kendi arabalarında yaptıkları yakıt hesabını belediyenin arabalarında da yapıp yapmadıklarını' sorduğunu, eğer 'ikisi arasında benzin hesabı yapıyorsanız belediye başkanlığını hak ediyorsunuz. Size helâli hoş olsun. Değilse hak etmiyorsunuz. Devletin malını da gözetmek zorundasınız' dediğini, son günlerde bazı arkadaşlarda bir hava başladığını; eskortlar, önden gidenler, arkadan gidenler, korumalar, falan filan… Ne oluyor, bu ne saltanat? Üç günlük dünyadayız şurada."

Yukarıdaki sözler Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mehmet Özhaseki'ye ait. Bu sözleri Sincan'da STK temsilcilerine yaparken sarf ediyor. Özhaseki aynı zamanda partisinin yerel yönetimlerden sorumlu genel başkan yardımcılığı görevini yürütüyor.

Burada amacım siyaset yapmak, Özhaseki'yi övmek veya yermek değil. Sayın Özhaseki, yaptığı bu konuşmada samimi mi yoksa şov mu yaptı? İçini bilmiyorum. Ama konuşmasını dinlerken kendisini samimi gördüğümü söyleyebilirim.

Konuşmasından bir bölümünü burada konu edinmemin sebebi Türkiye'nin kanayan bir yarasına parmak basmasıdır. Yerinde ve doğru bir tespit. Gerçekten makam araçları bu ülkede hoyratça kullanılıyor. Çoğu makam sahibinin bindiği aracın yakıtının hesabını yaptığını da düşünmüyorum. Hatta deniz misali kullanıldığını gözlemlemekteyim. Yine bu konuşmayı yapan kimsenin iktidar partisinin ağır toplarından olması da dikkat çekici. Çünkü sorumlu bir makamda. Bu konuşmayı muhalefetten biri yapsa o kadar dikkat çekmez. İçeriden biri olarak Sayın Özhaseki'yi bu konuşmasından dolayı tebrik etmek lazım. Ama?

Bu işin bir de 'ama'sı var. Makam araçlarının kullanımında bu işi belediye başkanlarının kendi vicdanına bırakmak ne derece doğru? Parmak bastığı bu konu için vekil, bakan, yerel yönetim başkanı gibi sorumlu makamlarda iken makam araçları için ne yaptı, ne teklifler getirdi? Herhangi bir çabası oldu, gücü yetmediyse sözüm olmaz, hatta tebrik ederim kendisini.

Gecikmiş de olsa Sayın Özhaseki'nin dert edindiği bu mesele Türkiye gündemine gelmeli ve makam araçlarının, başkanların veya başka makam sahiplerinin vicdanlarına bırakmayacak şekilde tedbirler alınmalı. Bu ülke makam aracı cenneti olmaktan kurtarılmalı. Aracı kullanma kıstasları getirilmeli. İnanın ülke sadece makam araçlarından tasarrufa gitse bu ülke ihya olur.

*26/01/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde