Ana içeriğe atla

İki İnsan Tipi, Seç-Beğen! (2)

Öğle vakti hem namazımı kılayım, hem de görüşebilirsem akademisyen hoca ile görüşeyim diye mezun olduğum okuluma gittim. Randevu da almamıştım ama ne de olsa evim, yerinde ve müsait ise görüşürüm dedim. 

 

Görüşmek istediğim kişinin odasını araya araya buldum. Kapıda üç kişinin ismi vardı. Demek ki üç kişi bir odayı paylaşıyor. Kapıyı çaldım, aradığım yoktu. İçeride bir kişi vardı. Falan hocam yok mu dedim. Elini iki tarafa açtı, masayı gösterdi yok anlamında. Kaçta gelir dedim. Ellerini yine iki tarafa açtı. Bugün gelir mi dedim. Yine ellerini açtı. Bu sefer ilave bir şey yaptı. Bu iyiliğini asla unutmayacağım: Bilmiyorum dedi. Allah razı olsun. En azından hem beni muhatap aldı, cevap verdi, hem de konuştu. Lal olmadığını öğrendim. Kendisinden bir şey daha öğrendim: Allah'ın iletişimde kullanın diye verdiği dilin ulu orta kullanılmayacağını. Sonra niye yorsun kendisini? Allah o dili boş yere kullan diye vermedi ya! Önemli olan yerinde ve zamanında, uygun kişiye kullanmak. O da böyle yaptı. Mesela bana hoş geldiniz, size nasıl yardımcı olabilirim, dur oda arkadaşımı bir arayayım veya randevun var mıydı falan derse, akademisyen ve ilim adamlığının değerini de düşürmüş olurdu. Sonra ben kimim ki? Orası kapıcı dairesi mi? Koskoca Prof’ların odası. Verdiği desteğe teşekkür ederek kapıyı kapatırken bana bir iyilik daha yaptı: Kafasını salladı.

 

Dışarıda biraz oyalandım. Namaz vakti camiye gidip namazımı kıldım. Görüşmek istediğim kişiyi cebinden aradım, cevap yok. Sanırım yoğun dedim. Az daha bekledim. Dönüş olmayınca kendimi tanıtarak görüşebilir miyiz mesajı yazdım. Cevap alamayınca acaba arka kapıdan odasına geçmiş olabilir mi diye tekrar odasına çıktım. Yine aynı mübarek. Sanırım gelmedi dedim. Masayı gösterdi: “Kör müsün yok” dercesine.

 

Sonunda zannedersem bugün fakülteye uğramayacak deyip çarşıya geçtim. Ben çarşıdayken şu anda fakültedeyim mesajı geldi. Geliyorum mesajı gönderdim. Az önce gittiğim çarşıdan tekrar fakülteye geldim. Hızlıca odasına çıktım. Bu sefer odada üçüncü masanın akademisyeni vardı. Selam verdikten sonra hocamız yok mu dedim. Gitti dedi. Çaresiz geri döndüm. Yolda tekrar cebini aradım. Cevap yok. Akşam yaklaştı, görüşemeyeceğiz diye evime geldim. Odamdayım mesajı geldi.  Bu nasıl iş dedim kendi kendime. Aynı odayı paylaşanların birbirinden haberleri yok.

 

Evden hızlıca çıkıp birkaç defa bakıp geri döndüğüm odayı açtım. Şükür kavuşturana. Görüşmek için can attığım, aradığım bu sefer odasındaydı. Üstelik bu sefer iki akademisyen birden vardı odada. Biri aradığım, diğeri de ellerini iki yana açarak "Bak gördüğün gibi odada benden başka kimse yok" muamelesi yapan.

 

Selam vererek oturdum. Hoş geldin dediler. Çay içiyorlarmış bisküvinin yanında. Çay ya da başka ne içersin tekliflerine, çay olsun dedim. Çayımızı yudumlarken öğlenden beri ellerini iki yana açarak anlaştığım akademisyen hocamız sınav yapacakmış, eline sınav kağıtlarını alarak çıktı. Görüşmek istediğimle baş başa kaldım. Kendisiyle bir 45 dakika kadar konuştum. Pek meramımı anlatamadım. Zira ayrı tellerden çaldık birbirimize. Resmi ve soğuk bir görüşme oldu. Kendisine teşekkür ederek vedalaştım.

 

Size biri aynı günün sabahında, diğeri aynı günün öğleden sonrasında olmak üzere iki görüşme: Seçin, beğenin. Sabah ki fakültede sıcaklık, öğlenkinde soğukluk hissettim. Sabah ki okuluyla, akademisyeniyle yabancısı olduğum bir okul, öğlen ki içerisinde üç yıl okuduğum, okuluyla, akademisyeniyle tanıdığım bir okul.

 

Her iki görüşmem de benim istediğim gibi cereyan etmemesine rağmen sabahkinden mutlu, öğlenkinden mutsuz ayrıldım. Sabahkinde ilgi, alaka, insanlık ve sıcaklık görürken öğlenkinde tam zıddını gördüm. Üstelik yuvam dediğim okulum yaratılanı severiz, Yaratan'dan ötürü düsturunu prensip edinmiş, dini tedrisat yapan bir yer, diğeri beşeri ilimleri tedris eden bir yer. Birinde tevazu, diğerinde kibir vardı. Birinde beni anlamaya çalışma ve dinleme varken diğerinde suçlama ve akıl verme vardı. Birinde değer verme varken diğerinde savunma vardı. Biri toprağı temsil ederken, diğeri ateşi temsil ediyordu adeta. Birinde kibir-saldırı ve savunma varken diğerinde tevazu-dinleme ve anlamaya çalışma vardı. Birinde aynı odayı paylaşmayanların birbirinden haberdar olmaları varken diğerinde aynı odayı paylaşanların birbirinden kopuk olmaları vardı.

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde