Ana içeriğe atla

İki İnsan Tipi, Seç-Beğen! (1)

Bugün bir üniversitenin iki fakültesine misafir gittim. İki farklı muameleyle karşılaştım. Birinde ilgi, alaka, iletişim, güler yüz, sıcaklık; diğerinde ilgisizlik, iletişimsizlik, asık surat, soğukluk gördüm. Birinciden içim içime sığmayacak şekilde mutlu ayrılırken diğerinden üzüntüyle ayrıldım. Dünya hayatı böyle olsa gerek. Allah bir sevindirir, bir üzer. Bu şekilde denge sağlanmış oluyor. Herkes bana ilgi gösterse kerameti kendimden bilip adamların başına çıkabilirdim. Herkes ilgisiz kalsa hayata küserdim. Sonunda biri beni sevindirirken diğeri üzdü. Şu anda 1-1 beraberim. Yani bu yolda ne galibim ne de mağlup.

 

İlk görüşmem eksi onlarda gezen bir günün sabahındaydı. Ortalık kış-kıyamet. Ne olur ne olmaz diyerek randevu saatime biraz erken gittim. Koridorda oyalanıp vaktimi doldurayım derken gençten biri, "Falan hocamla mı görüşeceksiniz, daha gelmedi. Buyurun odama geçelim. Çay ikram edeyim, orada beklersiniz" dedi. Teşekkür ettim kendisine. Ben şurada güneşleneyim, yukarıdan aşağıyı temaşa edeyim dedim. Peki, o zaman dedi, geçip gitti. 

 

Pencereden etrafı kolaçan ediyorum. Bir taraftan da havadisler için cep telefonum marifetiyle sanal aleme göz gezdiriyorum. Dalmıştım ki az önce beni odasına davet eden tekrar geldi. Beyefendi! Lütfen odama geçelim diyerek ısrarcı oldu. Birlikte odasına doğru yürüdük. 8-10 kapı geçtikten sonra açık olan odasının kapısına buyur etti beni. Giriyorum ama bu kimdir diye kapının solundaki isimlere baktım. İki kişinin paylaştığı bir akademisyen odasıydı burası. Hoş geldin dedikten sonra bir çay getireyim diyerek odasından çıktı. Az sonra elinde bir bardakla içeri girdi. Çayımı yudumlarken tanıştık. Öğretmen olduğumu söyledim. Babasının da öğretmen olduğunu söyledi. Çayımı içtim, müsaade istedim. Olmaz dedi ve yerinden kalktı, benim görüşeceğim kişinin gelip gelmediğine bakmaya gitti. Bunu birkaç defa daha yaptı. O gidip geldikçe ben mahcup oldum ve bunu da belirttim.  Çünkü odasıyla bakıp geldiği yer mesafeliydi. Hepsine estağfurullah dedi.  Memleketini sordum bu genç akademisyenin. Konyalı mısın dedim. Konyalı oldum, eşim buralı dedi. Gencin ilgisinden Akdeniz bölgesinden misin dedim tekrar. Ege tarafından dedi. Sıcak bölgenin insanları sıcakkanlı olur der, İbn Haldun. Biz Konyalılar Akdeniz ikliminden mahrumuz. Bu yüzden biraz soğuğuz dedim. Buna da estağfurullah dedi. Randevu saatim bu şekilde geldi. 

 

Birlikte odasından çıktık, koridorda görüşeceğim akademisyenle karşılaştık. Bana çay ikram ede, elinde sınav evrakıyla sınav yapmak için sınav salonuna giderken ben de akademisyen hocanın buyuruna icabet ettim. 20 dakikalık bir görüşme yaptıktan sonra ayrıldım. 

 

Hocası gelinceye kadar beni odasında ağırlayan asistan da Prof. Hoca da sağ olsunlar misafirperverliğin alasını gösterdiler. Hiçbir beklentileri de yoktu benden. Mevkice benden üstün olmalarına rağmen kendilerinden tevazu gördüm, insanlık gördüm. Yeterince tanımadığım bu kişiler, gösterdikleri bu sıcakkanlılığın kat kat fazlasını inşallah hayatları boyunca muhataplarından görürler. 

***

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde