Ana içeriğe atla

Seçmen ve Sandığa Gitme/Gitmeme ***

Çok partili hayata geçtiğimiz 1950 seçimlerinden itibaren seçimlere katılım oranına bakıldığı zaman Türkiye'de seçimlere katılımın yüksek olduğu görülecektir.

En yüksek üç katılım şu şekildedir:
1987: 93,3
1983: 92,3
1991: 89,3
Seçimlere katılımın en düşük olduğu üç seçim:
1969: 64,3
1973: 66,8
1977: 72,4
2002 seçimlerine katılım oranı olan 79,1'i saymazsak sonrasında yapılan seçimlere katılımın 83'ün altına inmediği görülecektir. 1 Kasım 2016 seçimlerine katılım ise 87,6 olarak gerçekleşmiştir. Seçime katılma oranlarının en yüksek olduğu dönemlere göz attığımızda 80 sonrası ve 90'ların başında yapılan seçimlere katılım yüksek olurken 69 ve 77 arasında yapılan seçimlerde ise katılım oranı daha düşüktür. Buradan 70'lerde siyasete ümit azalmış, 80-90 arası ise ümitler yeniden yeşermiş anlamını çıkarabiliriz.

Avrupa ülkelerindeki seçimlere katılım oranı ile karşılaştırdığımızda ülkemizde katılım çok yüksektir. Seçimlere katılımın en düşük olduğu oran bile Avrupa ülkelerindeki seçimlere katılımdan daha fazladır. Katılım oranının yüksek veya düşük kalmasının sebeplerini uzmanları daha iyi bilirler ama umutların tükenmesiyle birlikte seçimlere katılımın daha düşük kaldığını düşünüyorum. Avrupa’daki seçimlere katılımın düşük olmasını da hangisi gelirse gelsin vatandaşın haklarının değişmeyeceği kanaatinin hakim olmasıdır. Bizde katılımların yüksek olmasında her seçimde siyasilerin ortaya koyduğu gerilim siyasetinin ve kutuplaştırıcı dilin etkisi büyüktür. Yine bizde iktidar değişirse birçok şeyin değişeceği kanaati var. Seçimlere yüklenen korku veya ümit, vatandaşta kazanımlarının yok olacağı veya elde edileceği kanaatini hakim kılıyor. Seçmen iki arada bir derede kalıyor. Seçime gitmese bazı haklarının elinden gideceği veya kendi partisi kazandığı takdirde elde ettiği nimetlerin devam edeceği veya yeni kazanımlara kavuşacağı hakim. Bu yüzden bizde seçimlere katılım yüksektir. Katılımın yüksek olmasının bir diğer yönü beklentilerimizdir. Desteklediğimiz gelirse beklentilerin gerçekleşeceği ümidinin yaşanmasıdır. Çünkü bizde siyasete yüklenen anlam yüksektir, her işi siyasetin çözeceği inancı var. Daha doğrusu biz hep bir kurtarıcı bekliyoruz, tıpkı bazılarının Mehdi beklediği gibi. Zaten Doğu toplumu olarak elinde sihirli değneği olan biri gelsin ve bizi kurtarsın anlayışına sahibiz.

Seçimlere katılım bizde yüksek olsa da ortalama yüzde 15'lik bir seçmen seçimlere katılmamaktadır. Bu demektir ki her yüz kişiden 15 kişi sandığa gitmiyor. Her şeyin sandık kabul edildiği ülkemizde bu oran azımsanmamalıdır. Gerçekten bu seçmen niçin sandığa gitmiyor? Bu vatandaşların siyasetten bir beklentileri yok mu? Vatandaş farklı siyasi partileri birbirinin alternatifi olarak görmüyor mu? Hangisi gelirse gelsin, hiçbir şey değişmeyecek, hepsi nasılsa aynı" diye mi düşünüyor? Yoksa sandığa gitsem de nasılsa benim oyumla iktidar değişmeyecek, benim savunduğum gelmeyecek diye mi düşünüyor?

Siyasi partiler hangi seçim olursa olsun sandığa gitmeyen bu vatandaşları dert edinmeli. Bunun sebep ve nedenlerini irdelemeli. Çünkü bugün seçimlere katılmayan yüzde 15'lik bir kitlenin diğer seçimlerde artmayacağına veya sandıktan uzaklaşmayacağına dair bir garantimiz mi var? Sandığa gitmemenin alternatifsizlik, umutsuzluk, tepki gösterme gibi nedenleri olabilir.

*** 05/02/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde