Ana içeriğe atla

Devlet O Koltuğu Sana Niçin Verdi?


Bazı makam sahipleri vardır, makamları ne kadar yüksek olursa olsun tevazuu elden bırakmaz. Kendisiyle görüşmek isteyen kim olursa randevu verdiği gibi görüştüğünde de ilgi ve alaka gösterir. Yapabileceği bir şey varsa yapar, yapamıyorsa bu konuda yapabileceğim bir şey yok, bu konu için falanla görüşebilirsiniz der, yolcu eder. Olması gereken de bu. Zira makamlar vatandaşa hizmet için vardır.

Bazı makam sahipleri vardır ki oturmasından, yürüyüşünden, bakışından kibir abidesi olduğunu anlamakta gecikmezsin. Seni gördüğü zaman görmezden gelir, randevu almaya kalksan kolay kolay randevu alamazsın. Çünkü vermez. Yaptığı tek şey protokol takınmak, üstüne şirin görünmektir. 

Merak ediyorum bu makamlar ne içindir? İstediğine randevu verip istemediğine randevu vermemek için mi? O makamlar keyfi uygulama yeri mi? Babasının çiftliği mi ya da özel işletmesi mi? Ne kaybeder vatandaşın randevusuna olumlu yanıt verdiğinde? İtibarı mı sarsılır? Sonra bu makamlar bunun için mi vardır? Buralar kimine açık, kimine kapalı yerler değil. Bu tür makam sahipleri kendisini ulaşılamaz kılmak suretiyle itibarlarının daha da yükseleceğine inanıyorsa aldanıyorlar. Çünkü hiçbir makam tek başına kişiye itibar kazandırmaz. Unutmasınlar ki makamlar geçicidir. Şayet iyi bir yer ise bugün sana güler, yarın da başkasına. Ki makama oturan ateşten gömleği giydiğini bilmeli. Çünkü makamlar sorumluluk yerleridir. Kişiler en büyük imtihanı burada verirler. Bugün oturduğu koltuk sayesinde kendisini bulunmaz Hint kumaşı sanan bu tiplere bu koltuklar mezar olmuştur. Çünkü o koltuklar kefenleri olmuştur. Halk nezdinde sıfırlanmışlardır. Sıfırı tükettikçe koltuğa daha bir yapışırlar. Kolay kolay o koltuktan kalkamazlar. Bu aşamadan sonra aşağıya tekme sallarken tepeye kuyruk sallamaya devam ederler. Çünkü koltuğa tutunmaktan başka çareleri yoktur. Zira koltuktan inmeleri ölümleri demektir.

Makamların değiştirdiği bu kişilerin düştükleri bu vaziyete ben savrulma diyorum. Keşke böyle olmasalardı, keşke o koltuğun altında kalmasalardı. Değer miydi bir koltuk için insanlara tepeden bakmaya?  Değer miydi hizmet kapılarını insanların yüzüne kapatmaya? Kişiye koltuk itibar vermez. Ancak o koltuklara kişiler güç verirler, gücünü koltuktan almazlar. Değer miydi bir koltuk için ne oldum delisi olmaya?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde