Ana içeriğe atla

Ah Bir Müdür Olsam!


—Müdür olsam mı acaba?
—Ne müdürlüğü?
—Okul müdürlüğü.
—Ne yapacaksın müdürlüğü? Eğitim ve öğretimi mi düzelteceksin? Eğitimi uçuracak yeni projelerin mi var? Yoksa müdürlüğün artı bir getirisi mi var? Ya da bitmez tükenmez koltuk hırsın mı depreşti yeniden?
—Ne projem var, ne de düzeltecek bir planım. Artı bir getirisi de yok. Koltuk hırsına gelince bu bende bir felsefe haline geldi. Hevesime sekte vuramam ya!
—Dört yıllık geçici bir görev için değer mi o kadar sorumluluk almaya? Hem ne yapacaksın bu zaman zarfında?
—Okulda varlığımı hissettiririm, özellikle dönem sonlarında?
—Dönem sonları derken... Sonra ne varlığı, ne hissettirmesi?
—Mesela karne günü…
—Koca bir dönemde ağırlığını hissettirmeyi düşünmeyip karne günü ne ağırlığı hissettireceksin? Şunun şurasında karne değil mi? Daha önce hazırlanan karneleri verip ardından kısa bir konuşma, sonra İstiklal Marşı'nı birlikte söyleyip öğrencileri evlerine göndereceksin. Tüm yapacağın bu!  Başlamasıyla bitmesi bir olur. Bu durumda ne ağırlığını hissettireceksin? 
—Hemen hemen okulların ekseriyeti son ders saatini beklemeden karneyi verip gönderiyor. Ben akşama yani son derste karneleri dağıttıracağım.
—Eline ne geçecek son saatte karne verdirmekle? Bazen ilçe-il milli eğitim müdürleri hatta bakanlar bile karne  dağıtım törenine katılıyor. Bu törenler son saati beklemeden yapılıyor. Senin amacın ne?
—Dedim ya, varlığımı hissettirmek. Böyle yapmakla sabahtan akşama okulda karne verilecek diye bekleşen öğrenci, öğretmen, personel gün boyunca beni konuşacak, oflayıp puflayacak. Olur mu böyle şey, bu adam eski köye yeni adet mi getiriyor diyecekler. Yüzler asılacak, moralleri bozulacak; oturup kalktıkça ya sabır çekecekler. Böylece tüm okul varlığımı ve neler yapabileceğime dair gücümü görecek.
—Ama bu durumda herkesin nefretini üzerine çekeceksin, değer mi varlığını hissettirmek için buna? 
—Değmez mi? 
—Madem varlığını hissettireceksin,  bunu sene içerisinde eğitim ve öğretimle ilgili kalıcı eser ve projeler üreterek yapsan esas varlığını o zaman hissettirirsin.
—Bence değer, senede bir iki defa da olsa...
—Kusura bakma da böyle yapmakla en mutlu günlerinde öğretmen ve öğrenciyi evlerine moralleri bozuk gönderirsin. Kimse bu hareketinden dolayı seni hayırla anmaz, anlayışsızlıkla suçlar. Onlar gözünde hoş bir seda bırakmazsın. Sen varlığımı hissettireceğim derken egonu tatmin etmeye çalışmış olursun. Kaprislerinin esiri olursun şayet böyle yaparsan. Bence hiç böyle bir şeye kalkışma.
—Yaptım bile!
—Deme! Hiç iyi yapmamışsın. Nasıl geçti karne gününüz? 
—Aslını söylemek gerekirse karneyi son  saat verdireceğim inadımdan ben de memnun kalmadım. Akşamı iple çektim. Ben memnun kalmadım ki öğretmen ve öğrenci memnun kalsın. Bir daha mı? Tövbe tövbe! Herkes nasıl, ne vakit veriyorsa ben de aynı şekilde karne vereceğim bundan sonra. Kaprislerimin esiri olmayacağım. Böyle ağırlık hissettirme olmaz olsun. Bu da benim kulağıma küpe olsun!



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde