Ana içeriğe atla

Kimleri Nerelere Atmıyoruz ki!


Adam borçlu, hayatını idame ettiremiyor, bizden borç istiyor. Yalan söylemeyen biz, yok deyince insanımız naçar kalıp önce kredi kartının en alt limitini ödemeye başlıyor, bir müddet sonra borçlarını döndüremeyince denize düşen yılana sarılır misali bankaya koşup kredi çekiyor. Sonuç bizim borç vermediğimiz kişinin en iyi dostu banka oluyor. Neredeyse hayatı boyunca bankayla dostluğu devam ediyor. Çoğu zaman da bankaya olan borcu çocuğuna miras kalıyor. Bereket öldükten sonra kamu zararı olarak ödenmeyen bu borç devlete ihale ediliyor.

Zamanında neyin suç veya değil, kimin suçlu veya nereler suç makinesi olduğu belirtilmeden insanımız kendine göre bir yerlere girip çıkıyor. Kendine göre bir hayat oluşturuyor. Bu şekilde günler, aylar, yıllar geçiyor. Sonra bir bakmışsın ki gittiğin yer suç odağı haline gelmiş. Suçlusun diye devlet peşine düşmüş. Devlet bununla da yetinmiyor. Bu suça kimlerin karışmış olabileceğini araştırıyor durmadan. Devlet bunu yaparken "Tabiat boşluk kabul etmez. Ben zamanında boşluk bıraktım, insanımıza sahip çıkamadım, ev-bark ve barınma sağlayamadım, dini eğitimi yeterince veremedim" özeleştirisi yapmadığı gibi "Bu insanların içerisinde kim, ne kadar suçlu" demeden toptancı davranıyor ve birçok insanımız suçlu muamelesi görüyor. Bu tipleri de suça ittiğimiz kişiler olarak görebiliriz.

Bulunduğu muhitte adam farklı bir fikir öne sürüyor veya görüşünü açıklıyor. Bu açıklama fikir ve vicdan özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmiyor. “Vay sen misin böyle diyen” deyip üzerine çullanıyoruz. Adamı anasından doğduğuna pişman ediyoruz. Gecemizi gündüzümüzü o kişiyi eleştirerek geçiriyor ve dışlama yoluna gidiyoruz. Görüşünü açıklayan “Yanlış anlaşıldım, doğrusu şu” dese de fayda etmez. Çünkü hemen “kıvırdı, geri adım attı” diyoruz. İçine kapansa “İnsan içine çıkacak durumu kalmadı, bak kapandı,” aramıza katılmaya devam etse “Adam da hiç yüz de yok, ne deyip de geldi aramıza” deriz. Hasılı adam özür dilese, görüşümden vazgeçtim dese de fayda etmez. Çünkü kalemi kırılmıştır. Mahallesinden kimsenin selam vermediği, gördüğü zaman yönünü veya yolunu değiştirdiği bir durumda “Burada bana hayat yok, camiam bana sırtını döndü, kimse benimle konuşmuyor, dışlandım” deyip çekip gitse “Belliydi zaten böyle yapacağı. Bak, camiasını sattı, şimdi öbür mahalleye geçti, hain adammış vesselam” deriz. Aramızdan çekip gitmesinde bizim payımızın olup olmadığını hiç sorgulamayız bile. Bu da öbür mahalleye gönderdiklerimizdendir.

Adam işsiz, iş veremiyoruz ya da vermiyoruz. Bu adam işi yokken ne yer, ne içer demeyiz. Bir bakmışsın ki adam hırsızlık yapmış. Hırsız diye ayıplıyoruz bu defa.

Adam bir hata yapıp suç işleyip cezaevine girip çıksa vasıflı bir eleman bile olsa kolay kolay iş vermiyoruz. Çünkü sakıncalı bir piyadedir bizim için. Bu tipler de mecburen yeniden suça yönelebilir.

Oturmuş bir eğitim sistemimiz yok. Sınav sistemi ile durmadan oynuyoruz. Başarı sırasını belirleyeceğiz diye seviyelerinin üzerinde sorular sormak suretiyle çocuklarımızı etüt ve kurs merkezlerinin kucağına veya özel ders almaya itiyoruz.
Örneklerimizi çoğaltabiliriz. Sanırım derdimi anlatabildim. İnsanımızı başkalarının kucağına atmak veya suça itmek istemiyorsak önce kendimizi sorgulamamız gerekiyor. Biz zamanında tedbirimizi alabilseydik, boşluk bırakmasaydık veya onların ellerinden tutabilseydik kimse suç işlemeye yönelmezdi.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde