Ana içeriğe atla

Var mı Bu Veliyi Eğitecek Olan? (2)


2006-2007 öğretim yılı olsa gerek. Okul müdürü olarak görev yapıyorum. Çocuğu 9.sınıfta okuyan öğretmen emeklisi bir velim vardı.

Karne haftası yanıma geldi. Okulun Biyoloji öğretmeninden dertli idi. Çocuğunun dersi 41 ortalama ile karneye zayıf düşüyormuş. Benden öğretmenle görüşüp bu zayıfı düzelttirmemi istedi. Kendisine ortalaması 41 olan bir çocuğu kendi dersim olsa geçirebileceğimi, bugüne kadar bu şekil kritik puanları 45'e tamamladığımı, fakat öğretmenin verdiği nota müdahale edemeyeceğimi; çocuğunuzun yazılı ortalaması 36 düşüyor iken öğretmen, kullandığı sözlülerle 41'e yükselttiğini, isterse kendisinin öğretmenle görüşmesinin uygun olacağını söyledim. Bana ders öğretmeninin kendisinin liseden öğrencisi olduğunu, bu konuda kendisiyle görüşmek istemediğini, çocuğunun ortaokulda iken bütün notlarının beş olduğunu, bu okula geldikten sonra bu öğretmenler yüzünden çocuğunun başarısının düştüğünü, sene sonunda  teşekkür-takdirle gelmediği takdirde okuldan alacağına dair yemin ettiğini, kendi çocuğunu aldıktan sonra diğer velileri de organize edip çocuklarını bu okuldan aldıracağını, çünkü halkın kendisini çok sevdiğini, sözünün dinlendiğini söyledi. 

Emekli öğretmenimiz tehdit ve şantajlarına devam ettikçe saygıda kusur etmedim, alttan almaya ve kendisini ikna etmeye çalıştım. Kendisine, hocam! Sen şair adamsın, şairler duygusal olur, aynı zamanda anlayışlı olur. Burası lise. Lise, ortaokula göre daha zordur, çocuğunuz bu okulda uyum sorunu yaşıyor olabilir, önümüzdeki sene kendisini toparlayıp beklediğiniz başarıyı göstereceğine inanıyorum. Bu süreçte çocuğuna not yüzünden bu şekilde baskı uygulaman yanlıştır. Bırak çocuğun belge almasın, Biyoloji dersinin zayıf olması dünyanın sonu değil, yazın ortalama yükseltme(OYS) sınavına girip kurtarır dedim. Bana OYS'de dersi kurtarırsa çocuğunun teşekkür alıp almayacağını sordu. Hocam, sen Edebiyat öğretmenisin. İyi biliyor olmalısın ki OYS'ye kalan öğrenci belge alamaz dedim. Başka neler dedim neler! Ama Nuh dedi, peygamber demedi. Ayrılırken bu işi burada bırakmayacağını, ilçe milli eğitime şikayet edeceğini, çözüm olmazsa il milli eğitime gidip şikayetçi olacağını, ardından televizyona çıkıp okulu yerle bir edeceğini, kendisini yok saymamın bedelini bana ödeteceğini söyleyip çıktı, gitti.

Birkaç gün sonra ilçe milli eğitim müdürü kendisinde okulumuzla ilgili bir şikayet dilekçesi olduğunu söyledi. Milli Eğitim Müdürünü okula davet ettim. Hocam, sizin branşınız Fen Bilgisi ama Biyolojiden de anlarsınız, öğretmenin yazılı kağıtlarını inceler misiniz dedim. Olur dedi. Öğretmenin cevap anahtarıyla birlikte güzelce istiflediği yazılı tomarlarını Milli Eğitim Müdürünün önüne koydum. Adı geçen öğrencinin kağıtlarını inceledi. “Öğretmen bol bol not vermiş, yapılacak bir şey yok” dedi. Müsaade alıp gitti. (Devam edecek)




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde