Ana içeriğe atla

Öküz öldü ortaklık bozuldu*

“Öküz öldü ortaklık bozuldu”
Atasözlerimiz geçmişten günümüze süzülerek gelen, toplumun ortak düşüncesini yansıtan, içinde mecazi anlamlar barındıran, kısa ve özlü sözlerdir. “Öküz öldü ortaklı bozuldu” da bunlardan bir tanesidir.
Yaşadığımız toplumda bu atasözünün izlerini ve sonuçlarını görmemiz mümkündür. İnsanlarla ya da kurumlarla aramız iyiyken bu atasözünün geçerliliği yoktur. Ne zamanki kurumlarla ya da kişilerle bağımızı koparmışsak hemen bu atasözümüz devreye girer. İnsanlar bir ve beraber iş yaparken sorun yok. İşler bozuldu mu artık ne insanlığımız kalır ne de dürüstlüğümüz. İnsanoğlunu tanımak zor gerçekten. Anlık değişen bir yapısı vardır.
Köpeklerin birbiriyle oynaştığını gören birisi arkadaşına: “Şu köpekleri görüyor musun? Boğuşmadan ne güzel oynuyorlar” der. Arkadaşı: “Onların dostluğu aralarına kemik atıncaya kadardır” cevabı verir. Gerçekten  kemik atılınca köpekler birbirleriyle boğuşmaya başlarlar. İnsanoğlunun dostluğuna derman yetmez. Çoğu zaman birbirimize canımızı verecek noktaya geliriz. Ama ne zaman ki aramıza kara kediler girer;  dişlerimizi göstermeye başlarız. Gerçek yüzümüz ortaya çıkar, dünkü dost bildiğimizi yerden yere vurmaya başlarız. Başka milletlerde bu durum nasıldır bilmem ama bizim doğu toplumlarında durum maalesef böyledir. Evliliklerin sona ermesinden tutun da şirket ortaklığı, siyasi yelpazedeki değişkenliklere varıncaya kadar durumumuz budur.
Siz hiç bu toplumda evlenen kişilerin boşanma durumunda medenice ayrıldığını gördünüz mü? Mümkün değil. Ayrıldıktan sonra eşler kendi yoluna devam edebiliyor mu? Ekseriye ayrılıklarımız kavga, gürültü, şiddetle sona erer. Artık kıyamete dek  husumetimiz hız kesmeden yoluna devam eder. Eşi psikolojik hasta olan bir arkadaşımız, eşinden ayrılmak istedi. Bir türlü ayrılamadı. Kendisine sebebini sorduğumda: “Hocam hakim şiddetli geçimsiz olduğunuzu bilen bir şahit getirin, sizin kavga ettiğinizi görev var mı diye soruyor. Ben herkesin göreceği yerde eşimle asla kavga etmem. Bu benim edebime aykırı. Bu yüzden şahidim de yok. Hasılı boşanamıyoruz” demişti.
İş ortakları uzun süre birlikte çalışırlar. Ne zaman ki ayrılma noktasına gelirler ve ayrılırlar artık belden aşağı vurmaya başlıyorlar. Siyaseten birlikte çalışanlar bir zaman sonra anlaşamayıp ayrılıyorlar. Kimse kendi yoluna gitmiyor. Artık bundan sonra geri kalan ömrünü geçmişte birlikte çalıştığı kurum/kuruluş/kişileri eleştirmeye, hakaret etmeye, gizli kalmış yönlerini ortaya çıkarmaya başlıyor. İşte burada insanın gerçek yüzü, kişiliği, karakteri ve  çiğ süt emdiği ortaya çıkıyor. Bir ve beraber iş yaparken yapılmayan eleştirilerin ayrıldıktan sonra ortaya çıkmasının hiç bir kıymeti harbiyesi yoktur. Kimse: “Ben geçmişi çöpe attım. Karıştıran kedi/köpektir” demiyor maalesef. 3 yıl birlikte çalıştığımız birisinin, bir talebini imkansızlıklar dolayısıyla yerine getiremeyeceğimi söyleyince, bir konuşma esnasında ne kadar kötü olduğumu anlattı. Kendisine 3 yıldır anlattığın şekilde kötü yönlerim varsa bu güne kadar niçin söylemedin? 3 yıldır gözünde iyi olan ben, isteğin yerine gelmeyince, bir çırpıda kötü oldum öyle mi? Bana bu aşamada söylediğin hiçbir şeyin gözümde bir değeri ve anlamı yok dedim. Cevap vermedi, sustu…
İnsanlar birlikte bir iş, ticaret ortaklığı yapabilirler, siyaseten bir araya gelebilir, evlenebilirler. Hiç kimse ileride ayrılırım diye evlilik ya da iş yapmaz. Bir müddet sonra her alanda ayrı düşünceler, anlaşmamazlıklar ortaya çıkabilir. İnsanlar anlaşamazlarsa ayrılmaları doğaldır. Çok mu zor ayrıldıktan sonra eski ortağının arkasından konuşmamak. Birlikte çalışıp ayrılan insanlara biri, “Niye ayrıldınız” diye sorduğunda “ Öyle icap etti, farklılıklarımız çoğaldı, ayrılıklarımız iyice derinleşmeden bundan sonra bu şekilde çalışmayı uygun gördük. “ dese ne olur? Geçmiş birlikteliğin hiç mi hatırı yok. Her şeyimiz öküzün ölmesine mi bağlı Allah aşkına?
İnsanlar ayrılınca, anlaşamayınca ikisinin de kötü olduğu anlamına gelmez. Bir yerde bir sorun varsa sorun iki tarafta da vardır. Sadece oranları farklıdır. Birinin % 60, diğerinin % 40 gibi.

Ne olur, öküz öldükten sonra da ortaklığımız devam etsin. 02/02/2016


*10/02/2016 tarihinde Anadoluda Bugün gazetesinde yayınlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde