Ana içeriğe atla

Bu Öküz Başka...

Kemal Sunal'ın bir filmi vardı; çiçek satan âmâ bir kıza aşık olduğu. Kendisini asmaya çalışan zengin birini kurtarıyordu filmde.

Ölmekten kurtardığı adamla dost olur SUNAL. Adam genelde pek ayık gezmez. Hep sarhoştur. Nereye giderse beraber giderler. Yedikleri içtikleri ayrı gitmez. Birbirlerine dönüp dönüp sarılırlar.

Dostlukları adamın ayılmasına kadardır. Ne zamanki adam ayılır. Kemal Sunal'a, “Sen de kimsin” diyerek evden attırır. Film bu şekilde devam eder. Filmin adını da bilmiyorum. Zaten siz filmi hatırladınız. Çünkü defalarca izlemiştir çoğumuz.  Zaten bana filmin adı değil. Filmdeki bir tip lazım.

Adamın sarhoşken tavrı farklı, ayıkken farklı tavrı  benim garibime gitmişti. Her izlediğimde bu  kadar da abartı olmaz derim.  Kimi anlatıyor, böyleleri de var mıymış  gerçekten derdim. Burnumun dibinde imiş de ben görmüyormuşum. Bir defada karar vermedim bu kanaatime. Defalarca Sunal'ın filmindeki senaryo başıma geldi. Ama abartı falan değilmiş. Böyle birini yıllardır tanıyormuşum da haberim yokmuş.

Benim tanıdığım resmi bir kurumda çalışan bir bordro mahkumu. Ya çalışa çalışa şef oldu ya da nüfuzunu kullanarak…

Beni bazen görür, görmezden gelir. Görürse çok resmi davranır.  Bir başka zaman beni tanımıyor diye ben onu görmezden gelmeye kalkarım. Bu sefer: “Ramazan Hocam nasılsın, ne var ne yok” demeye başlar. Sarılır, tokalaşırız. Bir daha böyle yapma Ramazan diye kendi kendime de pişmanlık duyarım. Zaman zaman kurumunda işim olur. İşimi, onun yanına varmadan hallettikten sonra selam vereyim, tanıdıktır, ayıp olur derim. Her selam verişimde soğuk, ilgisiz tavrı yüzünden yanına vardığıma, varacağıma pişman olur, kendi kendime bir daha mı tövbe derim.

Yazın karşılaştık. Uzaktan selam verip geçip gitmek istedim. “Yav hocam düğün yapmışsın. Hayırlı olsun, bizi de davet etmedin, ne yapacağız ya şimdi? Ben de düğün yapacağım” deyince yine bir mahcubiyet duygusu bende belirdi. Bozuntuya vermeden; kardeş, sen de düğün yapınca beni çağırmazsın, olur biter dedim. “Tamam öyleyse şimdi oldu o zaman” dedi ayrıldık. Düğünü yapmıştır zannımca. Dediğim gibi çağırmadı da zaten.

Bugün yine onun kurumuna yolum düştü. Yanına varmadan işimi hallettim. Odasına baktım. Yerinde bir başkası var. Kendisini sordum. Diğer tarafta, cevabı alınca oraya yöneldim. Vardım yanına. Ben ona, o bana baktı. Bakıştan bakışa fark vardı. Benimkisi bir dosta selam vermek şeklinde bir bakış. Onunkisi bir trene bakış babından. Selam verdim. Buyur hoca(m) dedi. Yan tarafta işim vardı. Hallettim. Size bir selam vermek istedim deyince bakış; yine o bakış. Ağzından gayri ihtiyari “Aleyküm selam” sadedinde bir mırıldanma ve ardından “Tamam” der gibi bir kafa sallayış.

Vardığıma varacağıma  pişman olmuş bir psikoloji ile yine yanından ayrıldım. Yanına varmamla ayrılmam hepsi 30 saniyeden ibaret. Öyle bir bakışı vardı ki; “Ne oldu, niye geldin, benden bir şey isteyeceksen asla yapmam, haydi git” der gibi. Abarttığımı sanmayın çünkü bu güne kadar hiçbir yaralı parmağa işemedi mübarek.

Çıkınca bir yakınını aradım. Bu adamın benimle bir sorunu mu var, niye böyle davranıyor diye. Yakını bana: “Üstad, sorun sende değil. Sorun onda. O, herkese öyle “dedi. Anormalliğin bende olmadığını  teyit edince onun adına üzülürken kendi adıma  içten içe sevindim.

İyi de bunu bize niye anlatıyorsun derseniz. Derim ki; İçimizde böyle tipler  var. Hatta yakınınızda da olabilir. Onların tavrına bakarak moralinizi bozmayın. Sayıları az da olsa aramızda yaşıyorlar. Belki de sayıları gittikçe yok olan 4 ayaklı öküzlerin 2 ayaklı versiyonu bunlar.  Çok şey beklemeyin. Bildiğimiz öküz, insanlığa uzun yıllar hizmet etti, misyonunu tamamlayınca da dünyadan el etek çekti. Tabiat boşluk kabul etmez. O hizmet hayvanının yerini işe yaramaz bu tipler doldurdu.

Yanarım da neye yanarım biliyor musunuz? Kemal Sunal’ın anlattığı adam benim yanımdaymış da bu güne kadar haberim olmamış. Sizin etrafınızda da böylesi var mı a dostlar! Benimkisi de garip bir merak işte. Ne yaparsınız? 

 “Yaratılanı severiz yaratandan ötürü” sözüne kocaman bir “Eyvallah” derim. Bu tip  başka bir tip  dostlar... Kimse kızmasın; Ben nev'i şahsına münhasır bu öküzü yazdım.  Rabbim beni affetsin.  02/02/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde