Bir zamanlar bir fikir, bir düşünce, bir ideal uğruna
bir araya gelen insanlar iyi bir sinerji meydana getirerek büyük işlere imza
atarlar. Başarı geldikçe birbirlerine iyice kenetlenirler. Dostlukları düşman
çatlatır cinsinden olur. Aynı mahallenin insanları olurlar artık.
Mahallenin içerisinde durdukça farklı fikir söyleme imkânın
yoktur. Şayet söylemeye kalkarsan bir çırpıda tu kaka olmaya
başlar; dışlanırsın, bir kenara itilir; horlanırsın. Hain ve nankör muamelesi
görmeye başlarsın. Farklı fikir söyledikçe üzerine top mermisi gibi gelen
eleştiri ve saldırılara karşı savunmaya geçmek durumunda kalırsın. Bundan sonra
geri kalan ömrünü kendini defansta savunma yapmakla geçirirsin. Mahallen sana
vebalı gibi bakmaya başlar. “Ben de sizin gibi düşünüyorum. Aynı amaca hizmet
ediyorum. Sadece şöyle olursa daha iyi olur” desen de saldırı cephesi: “Hayır,
sen dediğin gibi değilsin. Sen artık bizden değilsin” şeklinde bakmaya
devam eder. İçlerinde durdukça hal ve hareketleriyle sana acıyarak bakarlar.
Sinirleri bakışlarına sirayet eder. Kendi mahallende parya olursun. Garip
kalırsın. Kendi muhitinde seni bir boğmadıkları kalmıştır.
Böyle bir ortamda öteki mahalle sana sahip çıkmaya, ilgi
göstermeye başlar. Sana kucak açar. Kendi kendine iç muhasebesi yapmaya
başlarsın. “Marifet iltifata tabidir.” Ne yapmalıyım? Kendi mahallemde
yabancılaştım, dışlandım diye. İçlerinde kalarak mücadele edemeyeceğini
anlayarak iltifat gördüğün mahalleye gidersin. Gider gitmez ardından “Hain”
salvoları gelmeye devam eder. Artık eski mahallende adın; satılmış, hain olarak
anılır.
Yeni gittiğin mahalle sana kucak açmıştır. Ama kolay kolay
benimsemez; tüm ilgi, alaka ve iltifatlarına rağmen. Çünkü niyetleri seni eski
mahallene karşı silahşör olarak kullanmaktır. Zira sen orada da bir yabancısın,
eğretisin. Mahalle değiştirmiş olmana rağmen seni, ne eski mahallen kabul eder
ne de yenisi. Ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranırsın artık. Hani, Hristiyan
iken Müslüman olur olmaz ölen birine annesi: ‘Oğlum, İsa’yı küstürdün, yeni
dininde de Muhammed seni tanımaz’ demiş ya. Durum aynen böyle.
Bir mahalleden öbür mahalleye geçişi uzun da olsa nihayet anlatabildim.
Böyle mi olmalıydı? Yıllardır birlikte baş koyduğunuz, birbirinizin ciğerini
bildiğiniz kardeşinizi karşı mahalleye gönderince iyi yaptık mı sanıyoruz? Kardeşiniz
sırlarıyla birlikte karşı cepheye geçmiştir. İnsanın en zayıf olduğu an ise;
sırlarını verdiği, paylaştığı kişilerdir.
Aynı mahallede farklı fikirlere tahammül edilmelidir.
Aykırı fikirlere tahammül gösterilirse kimse mahallesinden öteki mahalleye
taşınmaz. Tahammül edilmezse tarih kardeş kavgalarıyla doludur. Sonra
kardeşlerin kavgası kan davası haline döner. Kolay kolay da bitmez.
Birbirlerini bitirmek için uğraşırlar. Böyle mücadele ederken her iki kardeş de
biter ama kolay kolay farkına varamazlar.
Peygamber, kuyusunu kazmaya çalışan münafıkların lideri
Abdullah bin Ubeyy bin Selül’e bile tahammül göstermiştir. Mekke’nin
fethedileceği haberini ulaştırmaya çalışan Hatıb bin Ebî Beltea’yı
affetmiştir. Herkesi kazanmaya çalışmıştır. Mekke’nin Fethi esnasında “Kim Ebu
Süfyan’ın evine sığınırsa emniyettedir…” diyerek hem kan akıtmanın önüne
geçmeyi, hem de yıllardır kendisine rakip olan bir komutanı kazanmayı murat
etmişti.
Farklılıklarımızı rahmete dönüştürmek lazım, zahmete değil.
Hele böylesi zor durumlarda milletçe kenetlenmemiz gerek. 25/02/2016
* 03/01/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
* 03/01/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder