Ana içeriğe atla

Öteki mahalleye gönderdiklerimiz/göndereceklerimiz *

Bir zamanlar  bir fikir, bir düşünce, bir ideal uğruna bir araya gelen insanlar iyi bir sinerji meydana getirerek büyük işlere imza atarlar. Başarı geldikçe birbirlerine iyice kenetlenirler. Dostlukları düşman çatlatır cinsinden olur. Aynı mahallenin insanları olurlar artık.

Mahallenin içerisinde durdukça farklı fikir söyleme imkânın yoktur. Şayet söylemeye kalkarsan bir çırpıda tu kaka   olmaya başlar; dışlanırsın, bir kenara itilir; horlanırsın. Hain ve nankör muamelesi görmeye başlarsın. Farklı fikir söyledikçe üzerine top mermisi gibi gelen eleştiri ve saldırılara karşı savunmaya geçmek durumunda kalırsın. Bundan sonra geri kalan ömrünü kendini defansta savunma yapmakla geçirirsin. Mahallen sana vebalı gibi bakmaya başlar. “Ben de sizin gibi düşünüyorum. Aynı amaca hizmet ediyorum. Sadece şöyle olursa daha iyi olur” desen de saldırı cephesi: “Hayır, sen dediğin gibi değilsin. Sen artık bizden değilsin”  şeklinde bakmaya devam eder. İçlerinde durdukça hal ve hareketleriyle sana acıyarak bakarlar. Sinirleri bakışlarına sirayet eder. Kendi mahallende parya olursun. Garip kalırsın. Kendi muhitinde seni bir boğmadıkları kalmıştır.

Böyle bir ortamda öteki mahalle sana sahip çıkmaya, ilgi göstermeye başlar. Sana kucak açar. Kendi kendine iç muhasebesi yapmaya başlarsın. “Marifet iltifata tabidir.” Ne yapmalıyım? Kendi mahallemde yabancılaştım, dışlandım diye. İçlerinde kalarak mücadele edemeyeceğini anlayarak iltifat gördüğün mahalleye gidersin. Gider gitmez ardından “Hain” salvoları gelmeye devam eder. Artık eski mahallende adın; satılmış, hain olarak anılır.

Yeni gittiğin mahalle sana kucak açmıştır. Ama kolay kolay benimsemez; tüm ilgi, alaka ve iltifatlarına rağmen. Çünkü niyetleri seni eski mahallene karşı silahşör olarak kullanmaktır. Zira sen orada da bir yabancısın, eğretisin. Mahalle değiştirmiş olmana rağmen seni, ne eski mahallen kabul eder ne de yenisi. Ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranırsın artık.  Hani, Hristiyan iken Müslüman olur olmaz ölen birine annesi: ‘Oğlum, İsa’yı küstürdün, yeni dininde de Muhammed seni tanımaz’ demiş ya. Durum aynen böyle.

Bir mahalleden öbür mahalleye geçişi uzun da olsa nihayet anlatabildim. Böyle mi olmalıydı? Yıllardır birlikte baş koyduğunuz, birbirinizin ciğerini bildiğiniz kardeşinizi karşı mahalleye gönderince iyi yaptık mı sanıyoruz? Kardeşiniz sırlarıyla birlikte karşı cepheye geçmiştir. İnsanın en zayıf olduğu an ise; sırlarını verdiği, paylaştığı kişilerdir.

Aynı mahallede farklı fikirlere tahammül edilmelidir. Aykırı fikirlere tahammül gösterilirse kimse mahallesinden öteki mahalleye taşınmaz. Tahammül edilmezse tarih kardeş kavgalarıyla doludur. Sonra kardeşlerin kavgası kan davası haline döner. Kolay kolay da bitmez. Birbirlerini bitirmek için uğraşırlar. Böyle mücadele ederken her iki kardeş de biter ama kolay kolay farkına varamazlar.

Peygamber, kuyusunu kazmaya çalışan münafıkların lideri Abdullah bin Ubeyy bin Selül’e bile tahammül göstermiştir. Mekke’nin fethedileceği haberini ulaştırmaya çalışan  Hatıb bin Ebî Beltea’yı affetmiştir. Herkesi kazanmaya çalışmıştır. Mekke’nin Fethi esnasında “Kim Ebu Süfyan’ın evine sığınırsa  emniyettedir…” diyerek hem kan akıtmanın önüne geçmeyi, hem de yıllardır kendisine rakip olan bir komutanı kazanmayı murat etmişti.

Farklılıklarımızı rahmete dönüştürmek lazım, zahmete değil. Hele böylesi zor durumlarda milletçe kenetlenmemiz gerek.  25/02/2016


* 03/01/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde