Ana içeriğe atla

Gruplardan çekmek ne de olsa kaderimiz...

Aramızdaki samimiyet düşmana taş çıkartır derecede maşaallah. Bu samimiyet de olmazsa nasıl yaşanır bilmem.

Samimi olduğunu nereden biliyorsun? Kalbini yarıp baktın mı dersen, bakmadım ama icraatından anlıyorum. İcraatı nedir dersen; samimi insanlar senli benli olur: Haber vermeden pat evine çıkar gelir. Ya da evine götürmek için seni zorlar da zorlar. Bu tip davranışlar tarihteki yerini aldı. Artık kimse çat kapı gelmiyor. Zorla evine de misafir etmiyor. İyi de huylu huyundan vaz geçer mi? Bu tipler böyle yapmazsa nasıl yaşayacaklar?

Üzülmeyin, şimdilerde yeni versiyonları çıktı. Bu tipler samimiyetlerini masrafsız bir şekilde sanal aleme taşıdılar. Önce kapalı/açık bir grup kuruyorlar. Sonra seni ekliyorlar. Önceleri hoppala! Bu da nereden çıktı diyorsun. Grubundaki paylaşımlara bakıyorsun, bitmiyor bir türlü. Üstelik kendi el emeği, göz nuru, orijinal paylaşımından ziyade "Kes-kopyala-yapıştır" türünden herkesin rahatça ulaşabileceği bilgilerin ardı arkası kesilmeden mermi gibi gelmeye devam edince diyorsun ki: Ben en iyisi, çıkayım bu gruptan. Gruptan ayrılıyorsun. O da ne? Dostun seni yine eklemiş.

Bundan sonra bir kovalamaca, bir takip furyası başlıyor. O ekliyor, sen çıkıyorsun defalarca. Sen: "Fesubhanallah" diyorsun, dişlerini sıkıyorsun, homurdanıyorsun, "Ya Rabbi günahım neydi" diyorsun önceleri. Sonra hayret ve ibretle olay nereye varacak, nerede duracak, dostum ne zaman yorulacak diye bekliyorsun. Sen bekleye dur. Dostun bu işi zevkle yapıyor. Dostuna bahşettiğin bu zevkten dolayı Allah da seni mutlu etsin.

Nice sonra dostun, istenmediğini anlayınca seni eklemeyi bırakıyor. Sen ise kocaman bir "Şükür" diyorsun. Fakat o da ne! Bu sefer seni bir başkası grubuna eklemiş. Yağmurdan kaçarken doluya tutulduğunu nice sonra anlıyorsun. Çünkü o bayrağı bir başkası devralmış. Sanal alemdeki hayat bu şekilde devam eder gider.

Dışarıda görse tanımaz, tanısa da görmezlikten gelir. Seni görünce kaçar, çünkü bir çay zararına girer. Sanal alemde de seni peşine takmaya çalışır. Çünkü böylesi maliyetsiz, külfetsiz ve masrafsız.

İyi niyetle yapılan bu komedi ne zamana kadar devam eder biliyor musun? Sen sanal takıldıkça devam eder. En iyisi takılmamak. Yok ben sanal alemsiz yapamıyorum dersen o zaman sızlanma. Çek çekebileceğin kadar. Çünkü sen istedin. Gruplardan çok çekti bu millet. Şimdi de sanalını çek. Bu milletin kaderi ne de olsa...

Yine de fazla sızlanma beterin beteri var.  Haline şükret oyun isteği göndermiyor. 05/02/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde