Belli günlere hapsedilmiş sevgilerimiz
Üşenmedim,
‘Belirli gün ve haftalara’ baktım. Ne kadar da günümüz varmış gerçekten.
Neredeyse 365 günümüz yetmeyecek. Sevgiler, saygılar, anmalar, hatırlanmalar
nedense belli günlere hapsedilmiş.
Bazı
gün ve haftalar vardır; mesajla, basın toplantısıyla geçiştirilir, bazıları
formalite icabı etkinliklerle yerine getirilir. Bazılarının gelip gitmesinden
kimsenin haberi olmaz. Bir sivil toplum örgütünde görev yapan biri: “Dünya
Posta Gününü kutlamak için PTT müdürünü ziyarete
gittim. Gününüz kutlu olsun diye çiçeği takdim ettim. Müdür, ‘Ne günü?’ diye
şaşırdı. ‘Efendim, bu gün 9 Ekim sizin gününüz’ deyince şaşırdı. Adamlar
günlerini bile bilmiyorlar” şeklinde bir anısını anlatmıştı.
Bazı günler ise tamamen tüketime dönük günler.
Özellikle tüketime dönük olan günlerin günler öncesinden gündemimize gelmesi
hemen hemen her kesimde beklenir hale geldi. Ayrıca alınan hediyelerde abartıya
gidildiğini gözlemlemekteyim. Ömrümüz gün kutlamakla geçecek bu gidişle. Bir
bakıyorsun günlere karşı olanlar da kendilerini bu badirenin içinde
bulabiliyor. Çünkü sen karşı olsan da karşı taraf beklenti içerisine
girebiliyor. Amaca ve öze dönük hiçbir günün kutlanmasına, anılmasına taraftar
değilim.
İşin
garibi tükettikçe tükendiğimizin farkında değiliz. Bir yarıştır gidiyor bakalım
nerede duracak. Hediye almak-vermek güzel bir şey. Aradaki buzların erimesine
sebebiyet verdiği gibi sevgiyi de ön plana çıkarabilir. Sevginin, hatırlanmanın
bir güne indirgenmesi son zamanlarda moda oldu. Herkese gününde hediye almakla
işin içinden sıyrılabileceğimizi düşünüyoruz artık. Halbuki “Sevmek; hediye
almak/ vermek değil, emek vermektir” der
Fatma BARBAROSOĞLU bir yazısında.
Sevgiyi bir güne indirgemekten ziyade bir yıla, bir ömre yayabilmektir
asıl olan. Hediyeleşme güzel, eyvallah. Buna kimsenin bir diyeceği olmaz. En
güzel hediye emek vermektir aslında. Sevgimizi verdiğimiz, emek sarf
ettiğimiz bir şeyden ancak sonuç
alabiliriz. Emek sarf edilmeyen sevgilerde çoğu zaman anmalar banal hale
gelebiliyor.
Demem
odur ki, her sevginin temelinde emek vardır. Emeğin, yüreğin, içtenliğin
olmadığı hiç bir yerden, hiç bir ortamdan, hiç bir günden verim alınamaz.
Kapımızın önündeki köpeğe bile sevgimizi versek bir ömür boyu köpek vefasını
gösteriyor. Yaptığı yemeği zevkle, özenerek yapan bir anne ya da eşin yemeğinin
tadı damağımızda kalır. Eşe göstereceğimiz içten sevgi bir ömre bedeldir.
Öğrencimize gösterdiğimiz ilgi, alaka yıllar sonrasında saygı olarak karşımıza
çıkıyor. "Tebessümü bile sadaka olarak değerlendirir Peygamber efendimiz.
Belli kimselerin belli günlerinde paraya kıyabildiğimiz kadar sevgimize de
kıyabilsek, paylaşabilsek, bunu sürekli hale getirebilsek; hediyelerin,
hediyeleşmelerin en güzeli bence. Mutlu ve huzurlu geçimin kapısıdır. Başka da
bir şeye gerek yok. Alınan pahalı hediyeler sadece günü kurtarır, vaziyeti
idare eder. Yasak savma/dostlar alış verişte görsün babındandır. Hediye
almakla, gün kutlamakla mutluluğun devamı sağlanmaz. Çocuğa oyuncak alınca
anlık sevinir ya, bizim büyüklere aldığımız hediye de anlık mutluluk getirir.
Yaptığımız
harcamanın bir de emsal boyutu var. O;
şuna şunu aldı. Bu; buna bunu aldı. Benim neyim eksik şeklinde… Artık bir
yarıştır gidiyor. Dışarıda yemek yemeler de işin bonusu artık.
Ne
dersiniz? Mutluluk ve huzurun kapısını gelin bu şekilde açalım; pamuk elleri
cebe atarak değil. Sevgimiz, saygımız anlık ve günlük değil; ömürlük olsun, bir ömre bedel olsun.
Alınan
çiçeklerin günlük solduğu gibi sevgimiz solmasın. Çiçeğimizi her daim sulayalım
ki; kurumasın...
*13/02/2016 tarihinde Anadoluda Bugün gazetesinde yayınlanmıştır.
*13/02/2016 tarihinde Anadoluda Bugün gazetesinde yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder