Ana içeriğe atla

On parmağında 10 marifet

Cumartesi 13.00 suları. Bir elinde poşeti, diğer elinde kol çantası, yanında çocuğu ile otobüse binip  ters istikametteki boş olan iki koltuğa oturmuş bir anne dikkatimi çekti.

Otobüs  sonraki duraklarda durdukça dolmaya başladı. Şoförün “Arkaya doğru ilerleyin” sözüyle birlikte anlayış göstererek 6 yaşındaki çocuğunu kucağına aldı. Yanındaki çocuğundan boşalttığı koltuğa oturan olmadı. Bana göz ucuyla “Otur” dendi. Ben de oturmadım, çocuğunu oturtsun diye. Küçük otobüsün en arkasına sırtımı verdim.

Hanımefendi, sağ eliyle çocuğunu kucağına bastırdı. Koluyla çocuğunu tutmaya, eline; içerisinde çocuğunun yedek giysisi olması muhtemel poşeti yerleştirdi. Aynı zamanda  0.5 litre su şişesini avucunun içiyle beraber tuttu. Diğer eliyle  kolundaki  çantasını kendisine doğru bastırdı. Şimdi boşa çıkarttığı elini değerlendirmeliydi. O da ne? Boş olan eline telefonunu  aldı. Başladı girmeye. Nereye girdi bilinmez. Ama kısa  yolculuğuna diyecek yoktu.

Gördüğüm profil nereye kadar gitti? Nerede indi bilmem. Çünkü ben ondan önce indim. Hikayenin bundan sonrası meçhul. Çok merak ettiyseniz  hayal gücünüzü geliştirip bundan sonra hikayeyi siz devam ettirebilirsiniz.
*
Otobüsten inip sağıma soluma bakınca çarşı mahşer yeri gibiydi sanki. Sezon; tam kışlık ürünlerin indirime girdiği, indirim var diye insanların özellikle bayanların kendilerini dışarıya attıkları, evlerini boşalttıkları andı sanki. Hava da müsaitti üstelik.  Herkesin indirim var diye koştuğu tüketimden, kadın da nasibini almalıydı. Elini tutan çocuğu, alışveriş yapmasını biraz geciktiriyordu ama geç de olsa başladı mağazanın birinden girip diğerine çıkmaya.

Çok da acele etmesine gerek yok. Ama ya alacaklarından kalmazsa. En büyük sıkıntısı da buydu…Yoksa akşama kadar daha çok mağaza gezer, sonunda alacaklarını alırdı. Bazılarına ihtiyaç yoktu ama ucuzdu bir kere. Herkes alıyor, o da almalıydı. Hele bir de karta taksit yok mu? Kim yapardı bu iyiliği, hem de bu devirde! O da öyle yaptı. Alışverişleri  yapıp mağazadan çıktığında hava kararmıştı. Evine de gecikmişti. Olsun. Eşi bugün de bekleyiversin. Sanki ilk defa mı bekliyordu. Yemek dersen vardı zaten dünden kalma. Çok da acele etmesine gerek yok. Sadece bir ısıtması var. Geçen haftadan annesiyle beraber bolca sarıp buzluğa kaldırdığı sarma da vardı. Olmazsa onu da çıkarır. Bu akşam yemeğini de savardı. Alışveriş mutluluğu, bir de dünden kalan yemeğin olması keyfini getirmişti kadının. Ama bir düşüncedir aldı içini. Yemek yendikten sonra bulaşıklar ne olacaktı? Çünkü ne de çok yorulmuştu bu alışveriş çılgınlığından. Hemen aklına her zaman imdadına yetişen, bir dediğini iki etmeyen, kendisine hizmet etmesi için evlendiği, emir eri  eşi geldi. Evet, bulaşıkları makineye eşi koyardı. Sanki yapmadığı bir şey mi idi. Zaten eşine de bir gömlek, bir çorap almıştı. Kartın ekstresini de alıştıra alıştıra birkaç gün sonra verir, olur biterdi. Zaten taksitle, üstelik kartın günü de dönmüştü.
*
Yok. Hikaye böyle devam etmez derseniz. Kadın alışverişten sonra ya kendi annesine, ya da kayınvalidesine geçmiştir. Eşi de oraya gelecektir. Anneler zaten kızı/gelini gelecek diye yemekleri de hazırlamıştır. Zaten annesi kızının mutluluğu, kayın validesi de gelinini memnun etmek için uğraşmıyor muydu? Evladı zaten avucunun içindeydi. Allah’tan istemişti bir göz. Allah verdi ona üç göz. Daha ne istesindi ki?
*
Yok hikaye böyle gitmez diyorsanız. O zaman C planını devreye koyalım. Evde yemek yoktur. O zaman eşine telefon açıp akşam yemeğini bir lokantada mükellef bir sofra ile geçirebilirlerdi. Zaten ilk tanıştıklarının 10.yılıydı bugün.
*
Hayır, hikaye böyle sona ermez derseniz, o zaman D planını devreye koyalım. Ya eve erken gelen eşi yemek hazırlayacak. Ya da bu akşam kahvaltıya talim edeceklerdi. 
*

Gördünüz mü kadını? Maşaallah hamarat mı hamarat. Allah'ın verdiği azaların hepsini fazlasıyla kullandı. Her bir parmağında 10 marifet. Akılsa akıl... Zekaysa zeka. 

Allah benim hayrımı mı versin. Amin. Sizin de. 29/02/2016



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde