Ana içeriğe atla

Helal olsun be sana! *

Görsel ve yazılı medyada: "Alaplı'da cami imamının camiye geldiği esnada 'Telefonu şarj ettik. Hakkınızı helal edin' şeklinde camiye bir not  ve üzerinde de 1 lira şarj ücretinin bırakıldığı' haberleri yer aldı. Alaplı nerenin ilçesi diye araştırırken Zonguldak'a bağlı olduğunu ve bu olayın bir benzerinin de mayıs ayında Bodrum'da yine bir camide benzeri bir notla birlikte yanına da bozuk paraların bırakıldığını öğrenmiş oldum. 

Duyduğum haberler hep içimi kararttığı için nice zamandır haberleri de izlemez olmuştum. Son zamanlarda duyduğum en güzel haberlerden biri idi. Bu küçük olayın haberlere konu olması özlemini duyduğumuz güzel bir davranış olduğu içindir mutlaka. Konulan paranın bir değeri yok, şarj edilen telefon için tüketilen elektriğin de bir kıymeti harbiyesi yok. Belki de haber konusu  bile olmaması gerekirdi. Ama değerlerimizin kaybedilmeye yüz tuttuğu, helal ve haramın gözetilmediği günümüzde, mayamızda var olan temiz duyguların nadir de olsa ortaya çıkıyor olması sevindiriyor bizi gerçekten. Aslında yabancısı olmadığımız bir zihniyetti bu. Hatta çoğumuz: "Ecdadımız savaşa giderken yediği üzümün parasını asmaya iliştirirdi. Savaşların kazanılmasında işte bu zihniyet vardır" şeklinde büyüklerimizin anlattığı enstantane ile büyüdük. Çok eski zamanların bu davranışını anlatır dururduk hep. Artık günümüzde bu duyarlılığa sahip insanları da işitir olduk. İnşallah sayısı artar. Bizden sonraki nesil de asrımızdaki bu duyarlılığı anlatır çocuklarına.

Burkina Faso'da görev yapan bir arkadaşımız, "Bizim İslam'ımız ne işe yarar?" başlıklı yazısında 'Katolik iken Müslümanlığı seçen birine:  Niçin Müslüman oldun? Seni İslam’a yaklaştıran sebep neydi? diye bir soru sordurduğunu ve  şu cevabı aldığını ifade etmiştir: "Ben bir işyerinde çalışıyorum. Orada çalışan dört Müslüman arkadaşım var. Onların dürüstlüğü, güveni, çalışkanlıkları beni İslam’a yaklaştırdı. Aslında onlar benim Müslüman olmam için çok özel bir çağrıda bulunmadılar. Tamamen benim isteğim bu... Ama beni İslam’a çağıran asıl şey, onların hayatı ve yaşamı oldu.” Dürüstlük ve güven İslam’ın olmazsa olmaz nişanesidir. Yaşadıkları İslam ile etrafına örnek olan bu şekil isimsiz kahramanlardan Allah razı olsun.

Nice zamandır kaybettiğimiz yitiğimizdir bu değerler. Bu değerleri ne yaşayabiliyor ne de terk edebiliyorduk. İyi olduğunu bilmemize rağmen vicdanımızın sesine kulak vermeden hatta onu bastırarak "Uydum kalabalığa" diyorduk. Bu milletin fıtratı bozulmadı, mayası da temiz. Teoride doğru olduğunu bildiğimiz ama pratikten çıkardığımız duygularımız ve değerlerimiz bizim. Ne zaman ki bildiğimiz güzel doğruları pratikle buluşturabilir isek bu milleti ve bu milletin inancının yükselişini kimse durduramaz. Her şeyden önce ahlaki yozlaşmadan ve dezenformasyondan kurtulmamız lazım. Ne zaman 'kal ehli' olmaktan çıkıp 'hal ehli' olursak, bize ve bizim zihniyetimize düşman olanları bile kazanabiliriz.

Hepimizin iyi ve güzel bildiği bu güzel hasletlerden niçin uzaklaştık, yeniden nasıl kazanabiliriz diye kafa yormamızın zamanı geldi ve çoktan geçiyor bile. Zararın neresinden dönersek kardır. Asmaya yediği üzümün karşılığını koyma olayının ve kendisine ait olmayan bir yerde habersizce şarj ettiği telefonunun ücretini bırakma ve helallik dileme olaylarının vakayi adiyeden olması gerekiyor artık. Toplumun büyük-küçük tüm katmanlarına yayılmalı. Bunun için tedbirler alınmalı. İşin uzmanları bunun üzerine kafa yormalı. Çözüm yolları ortaya konulmalı. Aslında biz büyükler iyi örnek olsak helal-haram konusunda duyarlı olsak ardımızdan gelen nesil de iyi olur. Çünkü üzüm üzüme baka baka kararır.

Bunun için -kanaatimce- biz büyükler değerlerimiz konusunda küçüklere yaşantımızla örnek olmalıyız. Her şeyden önce beynini sadece bilgiyle yüklediğimiz küçük dimağları yarış atı gibi yarıştıran sınav sisteminden vazgeçmemiz ve davranış bilimi üzerine yoğunlaşmamış gerekiyor. Onlara, evde başlayıp okulda sürecek ve hayat boyu devam ettirecek şekilde daha okumayı öğrenmeden ‘Paylaşmayı, sosyalleşmeyi, yerleri kirletmemeyi, başkasının malına el uzatmamayı, başkasına zarar vermemeyi... zerk etmemiz gerekecek. Gelecek kaygısı güdülen bir eğitim sistemi sadece canavar yetiştirir... 24/10/2016

26/10/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde "Helal olsun be sana!" başlığıyla yayımlanmıştır.







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde