Ana içeriğe atla

Dinin muhabbetini seviyoruz...

Sizi bilmem  ama ben nasıl bir dine  inandığımızı bir türlü çözemedim gitti. Özden ziyade dinin  teferruatıyla uğraşıyoruz gibi geldi bana.

Sorumluluk vermeyen bir dine inanıyoruz sanki.  Durmadan tartışıyoruz "Kıyametin  alametleri  var mı,  yok mu? İsa gelecek mi,  Mehdi kimdir. . ." gibi konulara giriyoruz.  Kıyametin alametleri vardır,  şunlardır diyenler eleştiriliyor, yoktur diyenler de...  Aslında var desek de bize faydası yok,  yok desek de. Konuştuğumuz  bu tür konular ne imanî bir meseledir,  ne ibadet konusuna girer,  ne de ahlaki bir konuya  taalluk ediyor. Yaptığımız  sadece var-yok tartışması. Tartışanların  hiçbiri de doğruyu bulmak için tartışmıyor. Amaç karşı tarafı  alt etmektir,  vakit geçirmedir. Bu konuda hadisler var diyenler bir tarafta, diğer tarafta ise adı geçen hadisler mevzu diyenler. Sonucunda da biri diğerine gelenekçi, diğeri de öbürünü hadis düşmanı olarak görmeye başlıyor. Aslında dini yaşamaktan ziyade muhabbetini seviyoruz. Yaptığımız her bir muhabbet, sonucunda da kırgınlıklara sebebiyet vermektedir. Ne işin uzmanları bu konuda doyurucu açıklama yapıyor, ne de yetkililer. Konuşanlar ve dinler görünenler körler ve sağırlara oynuyor.

2000 öncesi Hayrettin Karaman bir gazetede iki gün boyunca İsa-Mesih'in geleceğini yazdı. Yazıdan bir-kaç gün sonra içlerinde Hayrettin Hoca'nın da olduğu bir kaç tane bilim adamını İsa-Mesih konusunu tartışmak için bir TV programında izledim. Konuşmacılar Hayrettin Karaman'a: "Hocam siz İsa-Mesih'in geleceğini yazdınız, nasıl böyle bir şeyi söylersiniz" dediler. Hayrettin Hoca: "Ben de gelmeyeceğini biliyorum. Doğrusu da bu. Ben kültürümüze girmiş İsa-Mesih olayını anlattım. Bu konudaki hadislerin zayıf ve mevzu olduğunu söylüyorum. Kültürümüze girmiş olan bu İsa-Mesih konusu yazıla, çizile tevatür derecesine ulaşmıştır.." şeklinde bir açıklama getirdi yazdığı yazılara.

Türkiye'de din konusunda uzman olduğunu düşünüyorum Sayın Karaman'ın. Konuşmasında İsa-Mesih diye birinin gelmeyeceğini belirtiyor. Şimdi Hayrettin Hoca, hadisleri inkar mı ediyor? İnkar ettiği falan yok. O zaman kafamızda oluşturduğumuz mehdi, Mesih düşüncesinden kurtulmak lazım. Yok, geleceğine inanıyorsanız saygı duyarım. Ama aynı saygının 'gelmeyecek' diyenlere de gösterilmesini istiyorum.

Kıyamet bir defa gaybi bir konudur. Yani gelecek bilgisini ifade eder. Kur'an'da kaç defa Allah, peygamber diliyle: "Ben gaybı bilmem...ben de sizin gibi bir insanım" derken bize ne oluyor da gelecek bilgisini peygambere söyletiyoruz. Kur'an'da kıyametin kopuş sahnelerinden kesitler görürüz farklı ayetlerde. Aniden ve ansızın  olacağını, habersiz olacağını ifade etmektedir. Aniden-ansızın olacak olan kopuşun alameti olur mu Allah aşkına! Kıyameti Allah'tan başka kimsenin bilmeyeceği belirtiliyor. Ne peygamber ne de melek...kimse bilmiyor. Kıyametin şartları oluşmuştur deniyor ayette. Nedense gizemli hayatı, gaybi konuları konuşmayı seviyoruz. Herkes neye inanacağını kendisi bilir. Ama hiç kimse "Gaybı bilmiyorum" diyen Hz Muhammed'i, gelecek bilgisi olan kıyametin alametlerini söyletmeye alet edemez. Bu, bize faydası olmayan netameli konunun mutlaka vuzuha kavuşturulması gerekiyor.

Ehli, bu konuları konuşmadıkça: "Ben mehdiyim, İsa-Mesih'im..." diyen insanlarla muhatap olacağız daha çok. Bu şekil din tacirleri her devirde çıkmaya, arkasından binleri sürüklemeye çalışacaktır. Aklımızı başımıza alalım. Başka kültürlerden bizim kültürlerimize gelen düşünceleri din diye insanlara anlatıp onları aldatmayalım.

Nasıl ki depremler önceden bilinemiyorsa kıyametin de ne zaman kopacağı asla bilinemez. Kıyametin ne şekilde olacağını merak ediyorsak beklenen saatin bir provası olan depremlere bir göz atalım.

Eğer dinimizi seviyor, onun dediği gibi yaşamak istiyor ve ahiret hayatının mutlaka olacağına inanıyorsak -ki inanıyoruz- kitap ve sünnet çerçevesinde ahiretimize azık hazırlamaya bakalım. Biz gelecekte olacak olan şeylerden sorumlu değiliz. Zaten öldük mü bizim için kıyamet kopmuş demektir. 25/10/2016



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde