Ana içeriğe atla

Bu mücadele hayra alamet değil gibi

Küçüklüğümde bizden biraz büyük ağabeylerin peşine takılırdık. Onlar aralarında ortaklaşa bir paket sigara alırlar. Yerleşim yerinin dışına giderlerdi. Tiryakiler ardı arkasına sigara içerlerdi orada. Kimi tiryaki, kimi yeni başlıyor, kimi ise arada bir içen cinstendi. Onlar içer biz de seyrederdik onları. Bize “Siz de için” derlerdi, biz : "Biz içmeyiz" derdik. "İçin bir defadan bir şey olmaz" derlerdi.

Gitme zamanı gelmişse bize zorla sigara içirmeye çalışırlardı. Niye zorluyorsunuz dediğimizde, "Bizim sigara içtiğimizi ailemiz bilmiyor. Belki gider söylersiniz. Biz en iyisi kendimizi garanti altına alalım. İçmeseniz de en azından bir defa çekeceksiniz. Böylece bizi söyleyemeyeceksiniz. Eğer söylerseniz, biz o da içti deriz” deyip bize bir defa da olsa çektirirlerdi. Biz yemin-billah edip söylemeyeceğiz desek de büyükler işini bu şekilde garanti altına alırlar, bizi de kendi yaptıkları suça alet ederlerdi. Kendi sigara içtiklerini de bu şekilde gizlemiş olurlardı.

Bu ülkede 17-25 Aralık operasyonları oldu. Mahrem kalması gereken konuşmalar bile görsel ve yazılı medyada servis edildi. İnsanların evleri, hatta yatak odaları dinlendi. Bu ülkenin başbakanının kriptolu telefonlarına varıncaya kadar dinlemeye alındı. Tapelerin biri geldi, diğeri gitti. Ülkenin dış siyaseti diyebileceğimiz bir milli olay olan MİT tırlarına bile operasyon emri verildi. Arkasına Batı'yı ve ABD'yi alan bize kendini "hizmet hareketi" diye yutturan yapıdan kolay kolay kopma olmadı. 17-25 Aralık'ta başarılı olamasalar da tüm kazanımlarını yok etme uğruna da olsa kabuklarına çekilecekleri yerde iyice gemi azıya aldılar.

15 Temmuz itibariyle dananın kuyruğu koptu. 1970'lerden beri tohumu atılan nifak hareketinin ihanetine şahit oldu bu ülke. Bu şebekenin gerçek niyetini kimi 17-25 Aralık'tan önce gördü, kimi sonra. Vatandaşın çoğu da  15 Temmuz itibariyle gördü gerçek yüzlerini. Bu yapıdan beklenildiği gibi bir kopma olmadı. Kopanların sayısı bir elin parmaklarını geçmedi nedense. Bu beddua seanslarının üstadında ne görüyorlardı da kopulmuyordu? Adamı evliya olarak mı görüyorlar, yoksa müceddit mi? Mehdi mi ya da İsa-Mesih mi? Yoksa kainat imamı olarak mı görülüyordu arkasından gidenler tarafından? Çözemedim gitti. Bir sömürgeci devletin kendisine tahsis ettiği sırça köşkte bir eli yağda, diğeri  balda olan bir adama bu kadar bağlılık da neyin nesi derdim. Geç de olsa anladım sanırım.

Bu yapı, kendisiyle irtibatlı olan herkesi tıpkı yukarıda anlattığım; bizim büyüklerin başkasına söylemeyin diye sigara çektirdikleri gibi kendini garantiye almış ve kopma olmamış. Kimini sendikaya üye yapmış, kimine bankadan hesap açtırıp işlem yaptırmış, kimine örgütün gizli iletişimi adı altında kendilerinin ürettiği bir haberleşme ağına girmeleri sağlanmış, kimini usulsüz bir şekilde bürokraside bir yere getirmiş, kimine soru vermiş, hepsini dergi ve gazetelerine abone yapmış, sohbetlerine götürmüşler, dershanelerine gitmişler, evlerinde ya da yurtlarında kalmışlar, geleneksel yemeklerini yedirmişler, burs vermişler, burs almışlar... Gördüğüm kadarıyla kendisiyle şu ya da bu şekilde irtibatlı olan herkesi bir vesileyle suça bulamışlar ki kopma olmasın. Eğer koparsanız şu yaptığınız usulsüz işi deşifre ederiz diyerek aba altından sopa göstermişler. Kimi severek kaldıysa da sevmeden yapıdan kopamayan kişilerin de olduğunu göstermektedir.

15 Temmuz sonrası alt ve üst bürokraside kamudan alınan, kamudan atılan  çok kişi olmasına rağmen hala da bağlantıları olanlar ortaya çıkmaya devam etmektedir. En azılı FETÖ düşmanı olarak görünen ve bu yapıyla mücadele edenlerin de bu yapıyla irtibatlı oldukları gün geçmiyor ki haber konusu yapılmasın. FETÖ ile mücadele eden savcısından hakimine, il yöneticisinden kaymakamına varıncaya kadar bu yapıyla bağı çıkıyor. Bu gidişle herkes bu suç örgütünün içine girmiş olacak. Herkes bana ne zaman sıra gelecek diye bekler oldu. Çünkü alınan kimi duysak "O da mı" hayret ifadesini çok görüyoruz bugünlerde.

Bu durumu görünce yine aklıma bir fıkra geldi, yazsam mı yazmasam mı ama yazacağım hoş olsa da olmasa da...Biri bir karpuz kesmiş, yarısını yemiş, diğer yarısı kalmış. Kalkıp gidecek. Karpuzu yiyen ne yapacak? Az sonra çişi gelmiş. Nasılsa gideceğim diye kalan karpuzun üzerine işemiş. Tam gidecek iken gidemiyor, orada kalıyor. Beklerken acıkmış. Sağına soluna bakıyor. Yiyecek bir şey yok karpuzdan başka. Olmaz dediyse de zaman zaman karpuzla göz göze geliyor. Sonunda oturuyor, şurasına gelmemiştir diyor yiyor, burasına gelmemiştir diyor yiyor. Sonunda işediği karpuzu tamamen yiyor. Konumuzla alaka kurulur mu kurulmaz mı bilmiyorum ama biz suçluyu böyle ararsak bu gidişle her kapıyı, her aileyi çalacak anlaşılan.

Bu durum suç ve suçluyla mücadelede sağlıklı bir sonuç vermez. Pek hayra alamet değil anlayacağınız. Devleti yok etmeye azmetmiş kökü dışarıda olan bu yapının bir numaralı sanıkları şu ya da bu şekilde bu ülkenin dışına çıkmış, dışarıda elini ve kolunu sallayarak dolaşıyor. Üstelik Türkiye aleyhine çalışmayı da ihmal etmiyorlar. Burada kalanlar ise zamanında şöyle ya da böyle kullanılıp atılan insanlar. Yani bu toprağın kanmış-kandırılmış insanları. Biz beğensek de beğenmesek de maalesef onlarla şu ya da bu şekilde iş tutmuş bu insanlarla yaşayacağız. Yeniden vatandaş icat etme, ithal etme durumumuz yok.

Suçla ve suçluyla mücadele edeceğiz etmesine. Kimsenin yaptığı yanına kar kalmamalı. Ama yapının içerisinde pasif kalmış, kendisini oraya ait hissetmiş, şu ya da bu şekilde bağı tespit edilen insanlar için devlet aklı hakim olmalı. Duygusallık bir tarafa bırakılmalı. Çünkü bu gidişle selam vereceğimiz, iş tutacağımız kimse kalmayacak. Eline silah almamış, suça karışmamış ve kanlı kalkışmayı tasvip etmeyen  kişiler için toplu bir af yoluna gidilip toplumsal barış sağlanmalı. Suça karışma, başkası adına çalışma şüphesi taşıyan kişileri devlet dinlemeye ve takibe almalı. Suçüstü yaparak gereken cezayı vermeli.

Amacım suçu ve suçluyu savunmak, onların yaptığını basite almak, mağdur edebiyatı yapmak değildir. Gözlemlerime göre bu gidiş hayra alamet değildir. Mücadelede farklı yöntemlere başvurulmalı... Eğer mücadeleye bu şekilde devam edilirse korkarım ki bu durum tıpkı Ergenekon ve Balyoz olayları gibi sulandırılacak... Sonucunda da suçlu-suçsuz hepsi ellerini kollarını sallaya sallaya kahraman gibi çıkıp dolaşacaklar. İnşallah ben yanılmış olurum...17/10/2016



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde