63 yıllık kısa ömrünün içerisine mücadeleyle dolu bir ömrü sığdırmış biri idi. Hayatı hep mücadeleyle geçti. Yoruldum biraz dinleneyim diye uzanıp yatmadı dense mübalağa edilmiş olmaz.
Mücadelesinde hep bir nezaket, azim ve gayret var, yumuşak davranma var, kabalığa yer yok hayatında. İnsanları ve düşmanları şirk bataklığından kurtarmak, yakıcı alevde yanmalarının önüne geçmek için didindi durdu hep. Kimsenin kınamasına, küçümsemesine aldırmadı hiç. Ben nasıl yaparım bunca işi tek başıma demedi. Kendisine çizilen yolda dosdoğru yürüdü. "Kavli leyyin" idi onun metodu. Ne zayıflığında sert ve kabalığa baş vurdu, ne de gücü eline geçirdiği zaman. Hiç gizli ajandası olmadı. Örnek bir tipti o: İçi dışına, dışı içine benzeyen.
Kutsal yolculuğuna başlamadan önce herkesin özellikle düşmanlarının güvenini kazandı. Herkesin saygı gösterip değer verdiği bir kimse idi. Kimseden bir beklentisi olmadı. Makam ve mevkide gözü olmadı. Tebliğ görevine çıktığı zaman hep insan kazanma mücadelesi verdi. Kimseyi ötekileştirmedi. Adam adama markaj uyguladı. Kimseye baskı uygulamadı. Hep anlattı onlara. Kah evlerinde, kah panayırlarda, kah Safa Tepesinde, kah Akabe'de, kah Taif'te, kah Daru'l-Erkam'da, kah Kabe'de... Zengin, fakir, mağrur ve mağdur demedi. Herkesin ayağına gitti. Onlara İslam'ı anlattı. Kimseden bir şey istemedi. Sadece inanmalarını istedi. Kimseden umudunu yitirmedi. Hiç inanma ihtimali olmayan, düşmanlığıyla ün yapmış cehaletin babası Ebu Cehil'in, olmaz olası amcası Ebu Lehebin ayağına, küfür ve zulümde ileri giden ileri gelenlerin ayağına bile kaç defa gitti tebliğ etmek için. Hiç kırk yıllık kani olur mu yani demedi. Gitti boş döndü, uygun ortam ve zamanda yine gitti. İnanmazsanız inanmayın yeter ki beni bir dinleyin dedi. İnananlara cennetten başka bir şey va'detmedi. İnanmayana kızıp bağırmadı, küsüp gitmedi, dışlamadı, cezalandırmadı.
Taif'e giderek onlara İslam'ı anlattı, karşılığında bir araba sopa yemesine rağmen onlara asla beddua bile etmedi. Her türlü nifak hareketinin içerisinde yer alan münafıkların lideri Abdullah bin Ubeyy Bin Selül'ü kazanmak için bile didindi durdu hep. Yaptığı savaşlarda karşısında ordu komutanı olan Ebu Süfyan'ı bile kazanmak için Mekke'nin fethi esnasında "Kim Ebu Süfyan'ın evine sığınırsa emniyettedir" bile dedi. İhanet içerisine giren Hatıp bin Ebi Belta'yı cezalandırmadı, hatta "Bedir ashabındandır, ilişmeyin" diyerek yeniden kazanma yoluna gitti. Tebük Seferine katılmayan münafık ve samimi Müslümanlar'ı bile Allah'a havale ederek onları kendi haline bıraktı. Kendi kendilerine hatalarıyla yüzleşmelerine fırsat verdi. Sonunda onları da kazandı.
Hiç özel hayatını yaşamadı dense yeridir. Ne bir köşkü oldu, ne de makam arabası, ne de özel şoförü. Geride kalan kızına dişe dokunur bir miras bile bırakmadı. Dünya için değil ahireti için yaşadı hep.
Kendisine işkence yapanlara, hayatı zindan edenlere, amcasının öldüren Vahşi'ye, onu azmettiren Hint'e hiç kin gütmedi. Mekke'yi fethettiği zaman kendisine ve ashabına kin kusan, zulmedenleri Kabe'de topladı, ceza vermedi. Güçlü iken onları affetti...Yerde ve gökte övülen biri oldu. Övgüye layık olduğunu gösterdi. Hep affederek kazandı... Örnekleri çoğaltabiliriz. Demek istediğim odur ki, ömrünü adam kazanmaya verdi dense yeridir o Kutlu Nebi'nin.
Onun yolundan gittiğini söyleyen bizlere ne oluyor ki bizim gibi düşünmeyen insanları dışlama, yok etme yoluna gidiyoruz. Hiç kazanma diye bir derdimiz yok. Ahirete bırakma gibi niyetimiz yok. Kimseye hatası ve yanlışıyla yüzleşme imkanı verme gibi bir düşüncemiz yok. Ne kadar da kelle avcılığına merakımız varmış meğer. Allah tövbe kapısını hep açık bırakmış. Biz ise özür, tövbeye, hatayla yüzleşmeye tahammülümüz yok. Kellesi vurulsun modundayız nedense. Kimse hataların menşeine, bataklığa inme, bataklığı kurutma mücadelesini esas almıyor. Bilerek ya da bilmeyerek bataklığa düşmüş, ya da girmiş insanları yok etme hevesini taşıyoruz. Öyle bir heves ki hiç eksilmiyor maalesef. Kimi hataları baştan görür, kimi ortasında, kimi de en son bir musibetle görür. Herkes aynı değildir bir defa. Art niyetli ele başlarını yakalayıp ceza vermekten ziyade kanmış, kandırılmış piyonların peşindeyiz hep.
Sorgulamıyoruz nedense. Bir konuda milletin ekseriyeti şu ya da bu şekilde hata yapmışsa bunun nedenleri nelerdir, bir daha böyle yanlışlar olmaması için ne gibi tedbirler alınmalı gibi sorulara kafa yormuyoruz.
Hata yapıp hatasıyla yüzleşen, hata yapma riski olan insanları ötekileştirmeden kazanmak için nebevi metodu uygulamanın zamanı geldi, geçiyor bile. 13/10/2016
** 24/10/2016 tarihinde Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder