Ana içeriğe atla

Orta yerde bir suç var. O zaman suçlu kim?

Bir zamanlar küçüktük. Bir büyüsek dedik. Ailemizin sorumluluğunda büyüdük büyümeye. Büyüyünce büyük olmanın iyi bir şey olmadığını anladık. Çünkü büyüdükçe sorumluluk artıyor. Sorumluluk arttıkça hayatın yükü de üzerimize biniyor. Elimizde bir imkan olsa yeniden küçüklüğe dönmek isterim. Çünkü sorumluluğu yok çocukluğun.

Büyüdük evlenip çoluk çocuk sahibi olduk. Her ne kadar çocuklarımıza karşı sorumluluğumuz olsa da anne babamıza göre biz hala çocuğuz... ne kadar büyüsek de.

Her devirde zordur çocuk büyütmek ama günümüzde daha zor diye düşünüyorum. Çünkü biz ebeveynimize göre daha da bir hedef büyüttük. Var gücümüzle çocuğumuzun iyi bir geleceği olsun çabası içerisine girdik. Okutması bir dert, görev alması ayrı bir dert. Görev aldı diyelim ahlaki değerlerle mücehhez olması ayrı bir dert. Her istediğimizi Allah vermiyor. Bir tarafı yaparken diğer tarafı yıkıyoruz belki de çoğu zaman.

Dünya bir imtihan dünyası. Allah herkesi farklı farklı imtihan etmektedir. Kimini evladıyla, kimini mal-mülk ile, kimini makam ve mevki ile, kimini inanç ile... Nuh peygamber eşi ve oğlu ile imtihan olan peygamberlerdendir. Ne kadar çabalasa da, kendisine inanan yabancılar olsa da kendi sulbünden olan oğluna söz geçiremedi nedense. Evladı ne kadar inanmasa da onun peşinden giderek boğulmaması için çabaladı durdu. Taki Allah Teala'nın "O, Salih bir amel değildir" deyinceye kadar peşinden koştu durdu. Ama çocuğunu boğulmaktan kurtaramadı maalesef.

Günümüzde anne-babalar da çocuklarının iyi bir eğitim alması, dinini diyanetini öğrenmesi ve ahlaki değerlerle mücehhez olması için değişik yollara başvurdu hep. Devletin verdiğini yeterli görmeyen bir kısım aileler başka yollara tevessül etti. Kimi merdiven altı diyebileceğimiz yapılara teslim etti çocuğunu.

Ne kadar gizleseler de gizli ajandası olanların bir gün foyası çıkıyor er veya geç. Gizli ajandasını ortaya koyanların bir başka gücün maşası olduğu, yaptığı ihanetlerle ortaya çıkınca ortaya yerde bir suç meydana gelmektedir. Bir yerde suç varsa elbette suçlular da vardır. Peki suçlu kim şimdi burada. Göründüğü kadarıyla devlet suçlu diye geriye kalan piyonlarla uğraşıyor. Gerçek suçlular kaçtı. Burada suçlu olarak tespit edilenler mi gerçek suçlu, yoksa o çocukları o yapıya teslim eden aileler mi suçlu?

Okullarda psikolojik danışman ve rehber öğretmenlik görevi yapan öğretmenlerimiz öğrenci psikolojisini daha iyi bilirler. Çünkü bu konunun uzmanıdır kendileri. Zaman zaman seminerlerinde: "Aslında kötü çocuk yoktur, suçlu anne ve babalar vardır" derler bize. Çocuklar suç işlemişse, suç örgütünün içerisinde yer almışsa o çocukları o yapıya teslim edenler suçlu değil mi? O yapıyı 40 yıl boyunca çözemeyip bugünlere kadar büyütüp geliştiren devlet denen aygıtın hiç mi suçu yok. Devletin -gizli ajandası olduğunu tespit edemediği bir örgütten dolayı- vatandaşı suçlaması doğru mu? Devlet niçin görevini yapmadı şimdiye kadar? Devlet "Hata yapmışım" demekle kurtulabilir mi bu sorumluluktan. Madem  uyumak, gaflet halinde olmak, büyümesine katkı yapmak suretiyle devlet hata yapmışsa vatandaş hata yapamaz mı? Devletin hata yapma gibi bir lüksü olabilir mi? Devleti yönetenler -tüm imkanlar ellerinde olmasına rağmen-  hata yapabilir deniyorsa hiçbir şeyden haberi olmayan vatandaşın hata yapma lüksü olamaz mı? Eğer suçlu ile mücadele edilecekse o zaman sorumluluğu olan herkes, başta devleti yönetenler olmak üzere bu suç örgütünden dolayı müteselsilen sorumlu olmalıdır. Örgüte girenler, çocuğunu bu yapıya teslim edenler, bu yapıya göz yumanlar hesabını vermelidir. Yukarıda dedik ya, suçlu çocuk yok anne babadır gerçek suçlu diye. Çocukları ne kadar büyüseler de anne babanın da burada payı vardır. Burada suçun büyüğü devlete ait, sonra anne babaya sonra suça karışan çocuklara... Kimse sorumluluktan kaçınmasın. Eğer suçlu avına çıkılacaksa, herkes didik didik incelenecekse, geçmişin hesabı verilecekse, tüm kirli çamaşırlar ortaya dökülecekse o zaman herkes eteğindeki taşı döksün ortaya. Bu konuda hiçbirimiz temiz değil. Bazıları der ki: "Efendim! Benim bu yapıyla hiç bir bağım olmadı" diye. Olabilir. Bazılarımızın yolu hiç kesişmemiş olabilir. Eğer bu konuda toplumun büyük bir çoğunluğu bu yapı ile az veya çok irtibatlı olmuşsa herkes bu yapıyı çok sevdiğinden gitmemiştir oraya. Çoğu insan bu yapıya soğuk bakmasına rağmen eğitim ve öğretim alanındaki oluşturulan algıdan dolayı bunlarla iletişime geçti, sevse de sevmese de. Bu şuna benzer: Bir çok insan Koç grubuna kızar. Koç'un ürettiklerini almamak lazım der. Bir zaman gelir ki evine bir beyaz eşya lazım olur. Dolaşır, sonunda gider kızdığı firmanın ürünü olan 'dünya markası' ürünü evine alır. Günümüzde akla gelebilecek, insanın olduğu her alanda boy gösterip kendini ispatlamış bu yapı sülük gibi hemen hemen herkesle iş tuttu. Çoğu insan istemese de bunlarla iş yaptı.

Doğru ile yanlışın, sap ile samanın karıştığı günümüzde bu konuda kimseyi ayıplamamak lazım. Kimse suçu kabul etmez ama sorumluluk sırasına göre gerçek suçlular: Devlet, yapı, anne-baba, çocuk...şeklinde sıralanabilir.

Bu suçlulara ilk taşı kim atsın. İçimizdeki en temiz olanı. Haydin eli temiz olan varsa önden buyursun lütfen. 19/10/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde