Ana içeriğe atla

"Ben ders anlatmıyorum...vicdanım da rahat"

Sabah ilk dersin teneffüsünde öğretmenler odasına girdi. Hemen bir sigara yaktı. Ardından konuşmaya başladı: Müdür dersime girdi. Bereket dünden haberim var idi, derse hazırlıklı gittim, günlük planımı da hazırlamıştım.

Müdür dersimi biraz dinledikten sonra dersin ortasında sınıftan ayrıldı. Müdür gittikten sonra öğrenciler: Hocam keşke her zaman müdür dersimize girseydi, dediler. Niye dediğimde, ilk defa ders anlatıyorsunuz da ondan girsin dedik dediler. Aslında çocuklar doğru söylüyorlar. Ben ders anlatmıyorum. Sınıfta oturup oturup zil çalınca çıkıp gidiyorum dedi.

Böylesi bir durumla ilk defa karşılaşmıştım. Hocam, niye anlatmıyorsun, gerçek mi söylüyorsun, dediğimde: Evet, doğru söylüyorum, dedi. Vicdanın rahat mı hocam diyecektim ki ağzımdan aldı. "Vicdanım da rahat, öğretmenliğe başladığımın ilk iki yılında ders anlattım. Bir gün annem bana, oğlum ben seni öğretmen olasın diye mi okuttum? Sana emzirdiğim sütümü helal etmiyorum, dedi. O gündür, bugündür anlatmıyorum artık. Kimse kusura bakmasın. Ben bu kadar maaşa anlatmam arkadaş, dedi. Hocam seni öğretmenlik yapacaksın diye zorlayan mı var. Niye ayrılmayı düşünmüyorsun dedim. Ne iş yapacağım ki dedi. Peki maaşın ne kadar olursa ders işlersin dediğimde bir rakam söyledi ama ne yalan söyleyeyim, dediği rakam aklımda kalmadı. Çünkü nereden bakarsan 20 yıl oldu, bu olay geçeli. Sayın hocam, iyi maaş biraz görecelidir, maaşımız ne kadar artırılırsa artırılsın, bir defa toplum olarak biz, kazancımızdan fazla harcıyoruz. Yani hep borçlanıyoruz. Dediğin rakam verilse biz bir iki ay iyi maaş alıyoruz, bundan sonra rahatladık deriz. Sonra çıtayı yükselterek menkul ve gayri menkul alarak bütçemizi zorlarız, borçlanırız. Bir müddet sonra o maaş da bizim için yeterli olmaz. Çalıştığımız görevi yapacak yüzlerce kişi var. Hiç birimiz bulunmaz Hint Kumaşı değiliz. Evet, maaşımız istenilen miktarda olmayabilir.

Maaşımızı değerlendirirken bizden düşük alanların durumuna bakarsak daha rahat ederiz. Aldığımıza şükretmek lazım. Bu ülkede asgari ücretlilere göre aldığımız maaş yabana atılır cinsten değildir. Biz ayağımızı yorganımıza göre uzatmazsak hiç bir maaş yetmez bize. Üstelik sizin eşiniz de çalışıyor, evinize çift maaş giriyor, ya   bir de eşi çalışmayan tek maaşlılar ne yapacak bu durumda dediğimde, kim  ne derse desin, ben ders anlatmam arkadaş sözünü  yineledi. Savunması ve konuşması garibime gitti. Yaptığım doğru değil dese yine anlamaya çalışacağım. Üstelik ben sormadan vicdanım da rahat demesi sözü ağzıma tıktı neredeyse. Kendi kendime dedim. Bırakın bu arkadaşın öğretmen olarak okula ve sınıflara alınması. Veli olsa okulun kapısından içeri almam dedim ve yanından ayrıldım.

İşte bu da  kendini ve vicdanını baskı altına alıp ikna etmiş kendi içinde bir idealist kişi. Böylesi numune inşallah tektir ülkemde. Benim de bahtiyarlığım burada işte. Rabbim böylesi cinsin cinsiyle  tanışma ve aynı okulda çalışma imkanı bahşetti bana. 12/10/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde