Ana içeriğe atla

Erkeklerin "gün" ile imtihanı

Bugün size bazıları için çok önemli bir günden bahsetmek istiyorum. Bilin bakalım hangi günden bahsedeceğim? Belirli gün ve haftalardan mı? Haftanın belli bir gününden mi, özellikle çalışanların sendrom yaşadığı pazartesi gününden mi? Değil efendim! Doğum, ölüm, evlilik yıl dönümü mü? Maalesef  değil. Tatil günü mü? Mübarek bir gece mi? Hiç biri değil efendim! Bilemediniz.

Erkeklerin imtihanı olan bir gün bu? Haydi zorlayın biraz kendinizi. Anlaşılan bulamadınız bu günü. Daha fazla uğraştırmayayım sizi. Kadınların gündüz oturmalarından bahsetmek istiyorum. Hani öğleden sonraları aralarında oturmaları var ya. İşte benim kastettiğim gün bu. Tabii gün erkeklerin olmayınca ilk etapta aklınıza gelmesi mümkün değil. Ama küçümsemeyin bu günü. Bu gün kadınlar için özellikle çalışmayan ev hanımları için vazgeçilmezdir. Onlar oturur, evin erkeği saç-baş yolar eğer uygun bir yer bulabilirse...

Eskiden TV'nin çok yaygın olmadığı dönemlerde Anadolu'nun bir çok yerinde uzun kış akşamlarında baranalar olurdu erkeklerin oturduğu. Şimdilerde TV ve internet ortaya çıkınca erkeklerin bu oturması pek kalmadı. Kadınların oturması ise erkeklerin akşam oturmasının gündüz varyantı yani.

Şimdi anlaşıldı sanırım hangi günü kastettiğim. Mesele gün ise sıra iledir bir defa. Güne katılan kadınların evlerine sıra ile gidilir. Son bahar ile başlanır oturmaya, yaza kadar devam eder. Oturma öğleden sonra başlar. Genellikle yaz aylarında ara verilir. Oturmanın olacağı evde ev temizliği yapılır günler öncesinden. Ardından çayın yanında ikram edilecek nevale için hummalı bir hazırlık yapılır o gün erkenden. O gün gelip çatınca evde olan erkekler kendine bir yer bulmak zorunda. İşi olsa da olmasa da o gün evde erkek sinek bile barındırılmaz. Eğer işe gitmişse iş çıkışı bir yerlerde oyalanmalı ki, kadınlar rahat edebilsin. Erkeğin eve dönüşü kadınların gidişine bağlıdır. İş çıkışı şurası senin, burası benim dolaşan erkek, yorgun-argın eve gelir. Evde yine bir hazırlık ki deme gitsin. Bu sefer misafir sonrası ev temizliği yapılır. Akşam yenecek yemek her halükarda zamanında yenmez. Çünkü mutfaktaki misafir tabaklarının yerleştirilmesi gerekir. Önüne konacak yemek ise eğer sabahtan hazırlanmamışsa bugünler için fazladan yapılmış dünden kalan yemek ısıtılır önüne konur, ya da misafirden arta kalan pasta, kek vb şeylerle geçiştirirsin. Evin hanımının oturmasına gerek yoktur. Çünkü o, az önce uğurladığı misafirleriyle beraber karnını doyurmuştur. Yemeği sen kendi başına yemek zorundasın bugün. Eşin gitmişse eğer güne, yine tek başına oturmalısın sofraya. Bereket her gün, gün yapmıyorlar. Biraz insaflılar. Haftada bir yapılıyor. Ya her gün, gün yapsalar ne yapacaktı erkekler! Duruma bir de bu açıdan yani bardağın dolu tarafından bakmak gerekir, öyle değil mi? Eğer eşinizin birden fazla katıldığı gün var ise o zaman yatıp ağlayacaksın, kalkıp ağlayacaksın. Ya bir de bu günler paralı ise, senden çıkan para da sana  gelmez bilesin.

Mübarekler! kafaya koydunuz, haydi oturacaksınız. Bari erken oturmaya başlayıp erken kalksanız ne olur? Uzun yaz günlerini tatil ile geçirip de kışın kısa günlerinde gün düzenlemek de neyin nesi? Ya bir de güne gelenin evi uzaksa, bir de bu muhtereme araba sürmeyi bilmiyorsa; eşi ya onu önce bırakacak, sonra götürmek için tekrar gelecek, ya da dolmuş, otobüse binecek. Herkesin iş çıkışı bunlar da gezmeden gelecekler. O vakitte toplu taşıma araçlarının kendi kalabalığı kendine yeterken bir de bu günden kaynaklanan kamberler ekleniyor. Kazara evin erkeği nerede kaldın dese anlatacaklarını dinlemen için dünden kalan yemeği, ya da arta kalan pastaları yemeye de vaktin olmaz zaten.

En iyisi onlar gitmeye devam edip felekten bir gün daha çalsınlar. Sen de eğer vakit geçirebilirsen acı-zulüm bir gün geçir. Ne diyelim, bütün derdimiz bu günler gibi olsun. Allah başka dert ve keder vermesin.

Çözüm ne o zaman? Ya erkekler de böyle bir gün düzenleyecek, ya  bu duruma gönüllü tahammül gösterecek, ya da kaderim kaderim diye sayıklayıp duracak.

Bereket sizde böyle bir durum yok. Ne kadar şanslısınız... 12/10/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde