Ana içeriğe atla

Bu toprağın insanı bunu yapmaz!..

Biri çıksın ortaya. Altın nesil yetiştirmek amacıyla etrafına topladığı az sayıdaki öğrenciyi yetiştirsin. Ardından öğrenci evleri, dershane, okullar ve  yurtlar açsın.
Zeki çocukları bulup buluştursun.

Kendisine inanan, ardından giden samimi insanlar tarafından, dişinden tırnağından biriktirerek eğitim yuvaları yapılsın. Yapılan hizmetler dolayısıyla ülkenin her bir yerinde marka haline gelsin.

Yetiştirdiği öğrencileri askeriye, emniyet, yargı başta olmak üzere insanın olduğu her yerde olsun.

Marka haline gelen eğitim kurumları dolayısıyla okulları cazibe haline gelsin, her bir yerden himmet ve yardım paraları gelsin, bu paralarla birinci sınıf binalar yapılsın. Ardından ticaretten, basın ve medyaya varıncaya kadar paranın olduğu her yerde olsun. Oluşturduğu güç ve kuvvet sayesinde devletin her kademesinde kadrolaşsın, istediği adamı istediği yere getirebilsin, istemediğini tu kaka yapabilsin. Siyasi ve ekonomi çevreleriyle ilişkileri sıcak tutsun, güç olduktan sonra devletin bütün imkanlarından yararlansın. Yurt içinde yapılanmasını tamamladıktan sonra 170-180 ülkede eğitim görünümlü bir yapı ve güç oluşturabilsin. Yurt içinde ve dışında bir lobi yürütebilsin, devletin gidemediği yerlerde okullar açabilsin. İçeride ve dışarıda reklam ve pazarlamasını yapabilsin, Olimpiyatlarla göz doldurabilsin.

Bu yapı 40 yıl içerisinde devasa bir duruma gelirken devlet seyredebilsin, gerçek yüzünü 40 yıl boyunca gizleyebilsin. Para, güç, kuvvet, itibar elde edebilsin, dokunanın yandığı duruma gelebilsin. Neredeyse bu yapıdan habersiz, devlette yaprak kıpırdamasın. Devletin kozmik odasına ve en tepedeki devlet yetkilisinin burnunun ucuna yaverlerini yerleştirebilsin, içeride ve dışarıda bir güç olduğunu dost-düşman herkes kabul edebilsin...

Böyle şeffaf görünümlü gizlilik içerisinde yürüyen yapıya karşı devlet uyuyabilsin, bir zaman gelsin ki insanlar çocuklarını onlara vermek için abi-abla arar duruma gelsin. Biz oturup kalkalım, devletin içerisine sızmışlar diyelim. Kusura bakmayın! Bir kaç masum insan varsa çalışan, bunlar bu yapının içine sızmış diyelim. Yani devlet bunların içine sızmış.

Bir eli yağda, diğer eli balda olan içeride ve dışarıda bir güç haline gelen bu yapı, 40 yıldır kazandığı müktesebatını darbe yaparak yok etsin. İnsanın akıl ve hafsalası almıyor. Sevenlerinin himmetleriyle oluşturulan bu devasa güç, devletle giriştiği kirli savaşla tüm kazanımlarını bir bir yok etsin. Bu durum açıklanmaya muhtaç. Bir insan nice yıllardır gizlilik içerisinde boy ölçüşemez, yarışılamaz durumunun yok olması uğruna bir savaşa niye girer. Bütün bu gücü, kendi parasıyla yapan biri, sermayenin elden gitmemesi için didinir durur. Sevenlerinin emeğine saygısı olan biri sevenlerinin emeğini, parasını bu şekilde heba etmez. Allah korkusu olan biri bunu yapmaz. Bu toprağın insanı, bu toprağın çocuğu olan biri bunların hiçbirini yapmaz. Bunu yapsa yapsa ancak dışa hizmet eden biri yapabilir. İhanet şebekesinin bir taşeronu yapabilir. Tüm elde edilmiş kalelerini yok etme uğruna da olsa "Bizim geri vitesimiz yok " diyerek tam gaz devletle mücadeleye girişmek ancak satılık bir kiralık katilin yapacağı bir hareket olabilir.

Hacı Veyis Zade Merhum, Konya İHL'nin açılması için çok uğraşan biridir. Binanın yapımında bizzat bedenen çalışmış ve para bulmak için didinmiş durmuştur. Binasının yapımında çalışan Hoca'ya, aynı okulunda hocalık yapmak da nasip olur. Birlikte çalıştığı müdür münafık ruhlu biri  olsa da ona saygıda kusur etmez. Bu durum halkın garibine gider. "Koskoca Hacı Veyis Zade, şu münafık tipli birine saygı gösteriyor, ona yakışmıyor" diye eleştiriler gelince, Hoca: "Ben bu okulların açılması için çok uğraştım, yine bu okulların devamı için gerekirse onların karşısında eğilirim" cevabı verir. Gerçekten bu yapı, yaptıklarında samimi olsaydı kazanımlarını korumak için devletle iyi geçinmeye çalışırdı.

Bu yapının 15 Temmuz itibarıyla yaptığı olsa olsa bir intihardır. Cinnet halidir. Eğitimi, devleti, dini dert edinen biri eğer bu toprakların insanı olsaydı gerçekten bunları yapmazdı. Demek ki bu toprakların değil, dışarının içerideki jandarmasıymış meğer. Bunun başka izahı yok.

Görünen bir şey var. Bu seri katilin bizde ve ülkemize bıraktığı iz kolay kolay silinmez. Oluşturulan güvensiz ortam kolay kolay telafi edilemez. Bu ülke 1915'de baba, oğul ve torundan oluşan üç okumuş nesli Çanakkale'de yok etmiş. 100 yıl sonra yine okumuş beyinler bu yapı tarafından yok edildi. 15 Temmuz maalesef okumuşların hezeyanı idi. Çanakkale'de İngilizler yok etti okumuş neslimizi. Şimdi de bizden görünen pirincin içindeki beyaz taşlar yaptı. Vah yazık ülkeme! 28/10/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde