Ana içeriğe atla

"Hiç sevmem öğretmenleri..."

3-4 yıl önce bir vesileyle tanımadığım bir eve misafir oldum. Oturduktan sonra ev sahibi bana "Ne iş yapıyorsun" dedi. Öğretmenim dedim. "Hiç sevmem öğretmenleri" dedi. Niye, ne yaptılar ki dedim. Soruma cevap vermeden "Bir de polisleri" dedi. Tekrar sordum: Siz ne iş yapıyorsunuz diye. "Ne iş  yapıyorlar ki" dedi. Beyefendi siz ne iş yaparsınız soruma: "Pazarcıyım" dedi. Her meslekte işini iyi yapanlar olduğu gibi baştan savanlar da var açıklamama ikna olmadıysa da sessiz kaldı.

Her birimiz kendi işimizin zor, başkasının yaptığı işi kolay olarak görürüz. Aslında sorumluluğunu bilen ve sorumluluğun gereğini yerine getirenler için hayatta kolay iş ve meslek yoktur. Görevini tam yerine getirmeyen, işini aksatan herkes için kolaydır. En kolay iş yemek yemektir. Onu yemek için de bölmek, parçalamak ve çiğnemek gerekiyor.

Çoğumuzda bir hazımsızlık vardır. Her işin riski, ağırlığı, çalışma şartları ve sorumluluğu vardır. Her meslek hem kolay, hem zordur. Önemli olan prensip olarak her iş koluna saygı göstermektir, değer vermektir. Her meslek erbabına toptancı davranmamaktır.

Öğretmen ve polisi ne iş yapıyorlar ki diyerek küçümseyen, evine misafir olduğum ev sahibim de pazarcılık yapıyormuş. Pazarcılık kolay mı? Değil. Yaz-kış, soğuk-sıcak demeden her gün bir semt pazarına sebze ve meyvesini götürüp sergisini açacak, malını; soğuğa ve sıcağa karşı koruyacak, sergisinin üzerine malını güzelce istif edecek, sattığını satacak, satamadığını tekrar aracına yükleyip geç vakitte evinin yolunu tutacak.

Şimdi size sorarım pazarcıların itibarı, özellikle Konya'da nasıl? İçlerinde işini düzgün yapan, malını düzgün satan, kazancına haram karıştırmayan satıcıların yanında; sattığını seçtirmeyen, tezgahının önüne iri ve güzellerini koyan, düzgün tartmayan, poşetin içine çürük-çarık doldurup  ağzını bağlayan, tezgahın arka tarafına bakmak istediğin zaman 'Hepsi aynı' diyen, akşam giderken tüm çöpünü işgal ettiği yere bırakıp giden pazarcı sayısı da az değildir. Hatta genel kanaat budur. Tezgahın önüne malın iyisini koyan tabiri pazar esnafı için kullanılır.  Her ne kadar imajları düzgün değilse de hepsini aynı kefeye koymamak gerek.

Keşke öğretmeni ve polisi bir iş yapmadıkları için hiç sevmediğini söyleyen birinin iş ahlakı halk nezdinde iyi olsaydı bari. Bu iki meslek grubunu hiç yıpranmamış bir başka meslek grubu tenkit etmiş olsaydı.

Kim bilir belki bu esnaf işini doğru dürüst yapıyordur. 04.10.2016




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde