Ana içeriğe atla

"Beyefendi bizi görmeyecek misiniz?"*

Türkiye'de problem çok. Çöz çöz bitmez. Zaten de çözülmez. Bunca gündemin arasında  belki de bir çoğunuzun mesele olarak görmediği sosyal bir  konuya eğilmek istiyorum bugün. Nerede bir iş yaptırsanız hesapta olmayan  küçük bir meseledir aslında karşınıza çıkan. Küçük olmasına küçük ama sıfırı tükettiğin zaman çıkıyor. Üstelik önceden konuşulmamıştır. 

Gelinlik beğenmek için bir mağazaya giriyorsun. Beğenilen gelinlik giydirilip çıkarılır ölçü almak için. Ödemeyi yaparsın tam çıkacağında giydirip çıkartma işinde yardımcı olan hemen yanına damlıyor: "Efendim bahşiş" diye... Damat tıraşı, gelinin baş yapma meselesinde konuşulan paranın ötesinde yine karşına bahşiş çıkıyor.

Düğün yapıyorsun, yemek vermek için salon tutuyorsun, fiyatı konuşup ödeme yapıyorsun. Beklemediğim bir sorun olur mu diye endişeli bir bekleyiş içine giriyorsun. Davetli misafirlerin bu mutlu gününde bir bir gelip ikramını yapıp gönderiyorsun. Şükür bu hayırlı işten de yüzümüzün akıyla çıktık diyorsun. Misafirler gittikten sonra sen de toparlanıp gitmeye kalktığın zaman  karşına dikilir bir görevli ya da çalışan: "Beyefendi çok güzel geçti , hiçbir sorun yok, yalnız elemanlarımız iyi çalıştılar, fakat terlediler, sizden bir el emeği beklerler" deyince istesen de istemesen de elini cebine atıyorsun.

Eş-dostla bir lokantaya gidiyorsun. Yeme-içmeden sonra çalışandan hesap istersin, bir tabağın içinde kabarık bir fiyat geliyor. Fiyat midene otursa da  belli etmiyorsun. Ödeme için parayı uzatıyorsun. Eleman para üstünü getirince tabak boş gidecek değil ya, gelen para üstünü de tabağa bırakıyorsun. Bereket burada pek para istenmiyor. Bu da adet olan bir bahşiş artık.

Kuaföre gidip tıraş oluyorsun. Koltuktan kalkarken çırağın aşırı ilgi ve alakası rahatsız ediyor. Temizlenen omuzlarını tekrar temizleme yoluna gidiyor, giyeceğin ceketi giymen için eliyle tutmaya kalkıyor. "Hadi yap artık ağalığını" der gibi kolay kolay bırakıvermiyor peşini.

Evden eve, ev eşyanı taşıtmak için firma ile görüşüyorsun. Kaçıncı kattan hangi kata gidecek, mesafe, bölge neresi gibi ahiret soruları inceden inceye sorulur. Fiyat belirlenir, anlaştığın günde taşınma işin yapılır.  Hanginiz yetkili? Taşıma bedelini vereyim diyorsun. "Hangimize verirsen ver, fark etmez. Yalnız arkadaşlar yoruldu, harçlık bekler"  talebiyle karşılaşıyorsun. Onların bir yüzü kara, senin iki yüzün kara oluyor  bu esnada.

Kurbanlığını belirliyor, kaporanı veriyorsun, kesim günü kesim yerine geliyorsun, işim bir an evvel bitsin, hele bize de sıra geldi diye beklerken kurbanlığı getiren seslenir hemen: “Bakma parası, çoban parası, getirme parası” diye.

Örnekleri çoğaltabiliriz. Mutlaka başınıza gelmiştir böylesi ya da benzeri. Eğer karşılaşmadıysanız yakındır mutlaka. Hazırlıklı olmanızda fayda vardır. Sonradan şaşırmayasınız.

Benim garibime giden konuşulmayan bir meselede beklenti içerisine girmektir. Firmalar zaten sattığı ürünün, yaptığı hizmetin bedelini fazlasıyla almaktadır. Çalıştırdıkları elemanlarına da mutlaka ücret ödüyorlardır. İstenen bahşişlerden çoğu zaman firma sahiplerinin haberi var. Küçük ama mide bulandıran bu meseleyi çözmek için firma sahipleri gerekeni yapmalıdırlar. Bildikleri bir meseleyi bilmiyormuş gibi bir davranış içerisine girmesinler. Eğer bahşiş meselesi devam edecekse nasıl ki firma sahipleri sattıkları mal ve verdikleri hizmet için söyledikleri fiyatın içerisine kirasını, nakliyesini, kârını, vergisini, elektriğini, suyunu ve  malın geliş fiyatını dahil ediyorlarsa lütfen bu kabarık fiyatın içerisine, elemanlarına vermeleri gereken bahşişi de eklesinler. Sonradan ayrıca  pamuk eller cebe olmasın.

"Ülkenin yığınla derdi varken  şu dert edindiğin meseleye bak. Onca derdin içerisinde bahşişin lafı mı olur" dediğinizi duyar gibi oldum. Haklısınız. Bütün derdimiz bu olsun, ne diyelim. Dert küçük gibi ama mide bulandırıyor...Haberiniz olsun!

Sahi, hani benim bahşişim. Beni ne zaman göreceksiniz? Ne bahşişi derseniz, mübarekler bir sayfa yazı yazdım... Neyse alacağınız olsun! 20/10/2016

* 22.10.2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde