Ana içeriğe atla

"Öğretmenlik ne kolay!"

Öğrenciler birbirinden faydalanmasın diye öğretmen sınavda iki grup yapar. Soruları dengeli bir şekilde sormaya çalışır. 'A' ve 'B' diye iki grup yapar. Bazı öğrencilerin gözü hemen yanında oturanın sınav kağıdına kayar. Sınav bitiminde "Sizin grubun soruları kolaydı, o sorular bana çıksaydı ben hepsini yapar, yüz alırdım" demeye başlar.

Bazıları ortaklaşa bir iş yapar. Paylaşım yapıldıktan sonra "Sana iyisi çıktı" der. Bazısı kendi işini zor olarak görür, büyütür de büyütür. başkalarının işini hep kolay olarak görür. Zaman zaman mesleğimi soranlar öğretmen olduğumu duyunca: "Öğretmenlik çok kolay" demeye başlar hemen. Hele bir de ikili öğretim yapan bir okulda çalıştığını öğrenince: "Oh, ne güzel! Yarım gün çalışıyorsunuz, 12-13.00'da işiniz bitiyor" sözü hazır zaten ağzında.

90’lı yıllarda Konya’nın bir ilçesinde Kaymakam okul müdürlerine bir toplantıda “Bu çocukları nasıl yetiştiriyorsunuz, şöyle kötüler, böyle kötüler, davranışları iyi değil. Ben olsam şöyle yaparım, siz eğitimciler tam olarak görevinizi yapmıyorsunuz,”sadedinde bir konuşma yapar. Gel zaman git zaman bir genel lisenin, İngilizce öğretmenine ihtiyacı olur. Lise müdürü Kaymakam’a giderek “Kaymakamım! İngilizce'm iyi, ihtiyaç olursa girerim demiştiniz. Bizim okulda İngilizce derslerine girer misiniz?" Kaymakam kabul eder, heyecanla derse girer girmez, sınıf "Hoş geldiniz Keltoş Amca! "diyerek Kaymakamı karşılar. Kaymakam dersi güç bela bitirir. Okul müdürünün odasına gelerek “Bu çocuklar ne biçim çocuklar böyle yahu ” diye dert yanar ve derse girmekten vazgeçer. 

Öğretmenlik göründüğü gibi kolay değildir. Eleme usulünün kalktığı, aileler nezdinde aşırı korumacılığın ortaya çıktığı günümüzde hiç kolay değil. Kaçan balık hep büyük olur derler ya. Bazı insanlar da sürekli kendi işini başka insanların işiyle kıyaslar. Neredeyse ömürleri bu mukayese ile geçer. Bu tip insanları anlamak zor gerçekten. Halbuki her işin ve her mesleğin çalışma şartları farklıdır. İşlerin zorluk ve kolaylığını iş başa düşünce veya işin içine girince anlıyor insan.

İkili öğretimde sabahçı olan biri saat 07.00'de derse girdiğini düşünelim. Bu kişi evinin mesafesine göre sabah kaçta kalkıp kaçta evinden çıkacak? Bunu bir düşünmek lazım. Sabahçı öğretmen ve öğrenci daha Güneş doğmadan karanlıkta evinden çıkıyor, sabahın ayazını yiyor. Güç-bela derse girer. Uyuyanı mı ararsın, gecikeni mi, konuşanı mı? Teneffüste öğrencinin nice güçlükle aldığı beslenmesini mi yedirsin, dersini mi işlesin. Önünde en az 30 öğrenci var. Sabah uykusu açılınca konuşan konuşana. Kızıp-bağıramazsın. Çünkü her sınıfta sınıfın altını üstüne getiren çocuklar vardır. Bu çocuğu susturup ders işleyebilmek için ağzınla kuş tutabilmen lazım, maalesef bu da mümkün değil. Çünkü çocuğun okuma gibi bir derdi yok. Okula ancak huzur bozmak, dinlenmek ve oynamak için geliyor. Ailesinin avutamadığını öğleye kadar avutacaksın. Bir dersten çıkıp diğer sınıfa gideceksin.

Öğleye kadar 7-8 ders saati işleyeceksin. Öğleye kadar 10'ar dakika bir çay içimi kadar dinleneceksin, eğer nöbetçi değilsen. Nöbetçi ise çayını ayakta içeceksin. Dersin bitecek, eve geldikten sonra ertesi günün dersine hazırlanacaksın. hangi sınıfta, hangi konuda kaldığını bileceksin. Sınav tarihi yaklaştığında soru hazırlayacaksın. Haftalık ders saatin bir sınıfa fazla ise pek sorun olmaz. Eğer dersin haftada bir veya iki saat ise bu demektir ki girdiğin ders ve sınıfta fazla demektir. Farz edelim ki mevcudu 400'ü bulan 13 ayrı sınıfın dersine giriyorsun. Soruları hazırlayacaksın. Sınavı yapacaksın. Bir sınavda 400 kağıdı okuyacaksın. Okuduğun sınavın puanlarını e-okul sistemine gireceksin. Her okuduğun sınıftaki her öğrencinin sınav ve soru analizini çıkaracaksın. Her hazırladığın sınav için cevap anahtarı hazırlayacaksın. Bu anlattığım 13 sınıfın sınavını aynı anda diğer öğretmenlerden rica ederek yaparsan. Eğer aynı anda sınav yapamazsan bu demektir ki her bir sınıf için ayrı ayrı soru hazırlayıp cevap anahtarı hazırlayacaksın. Bir düşün 400 kağıt kaç günde okunur.

Demek istediğim öğretmenin mesaisi girdiği dersle, okulda bulunduğu zamanla sınırlı değildir. Mutlaka akşam evinde ders çalışmak, soru hazırlamak, resmi evrak hazırlamak zorundadır. Sonra siz 7-8 saat boyunca sadece 10'ar dakika teneffüs yaparak ayakta, sürekli konuşarak veya tahtaya yazarak çalışmayı kolay zannediyorsunuz. mesele ayakta durmak ve ders işlemekten ibaret olsa yine iyi. Ders işleyebilmek için öğrencinin de derse hazır olması lazım.

Efendim! Öğretmenin tatili bol diyebilirsiniz. Uzun tatil öğretmenin sorunu değil. Gidin bu sorunu yetkililerle konuşun. Öğretmenin tatili kısaldı da öğretmen mi uzatıyor.

Öğretmenliğimden şikayetim yok. Sadece öğretmenlik kolay diyenleredir benim serzenişim.  Ben kendi işime bakayım, başkası da kendi işine baksın. Gülü seven dikenine katlanır. Zahmetsiz rahmet olmaz. Hiçbir şey göründüğü gibi değil. Bu bilinsin istedim. Hayatta kolay iş yoktur. Allah herkese mutlu ve huzurlu olabileceği iş versin. Yok, öğretmenlik kolay deniyorsa buyurun siz de öğretmen olun. Elinizden alan mı var? 02/11/2016


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde