Ana içeriğe atla

Davranış ve tasarruflarımız kişileri dinden soğutmasın

Bir yerde suç varsa suç bireyseldir. Suçu işleyen suçludur. Bunu hepimiz biliriz bilmesine de, yine de toptancı davranırız. Suç işleyeni cezalandırmaktan ziyade suçlunun akrabalarını veya ait olduğu kesimi de katarız işin içine. Nedense kafamızda oluşturduğumuz algı ve şablonun dışına çıkamayız çoğu zaman.

Bir kaç Kürt suç işlese tüm Kürtleri kötülemeye başlarız: "Kürt mü? Olsa da evliya/Alma avluya" şeklinde kafiyeli bir söz bile söyleriz. Büyük bir camia olan öğretmenler içerisinde her tip insan çıkabileceği gibi tacizci de çıkabilir. Sanki tüm öğretmenler sapıktır gibi bir algı oluşuyor belleklerimizde. 

İlahiyatçı veya imam-hatip,  bulunduğu mevki itibariyle bir tasarrufta bulunur, hemen tüm din adına kamu görevi yürütenler damgalanmaya başlar, suçun bireyselliğini unuturuz. Tüm camiayı kötülemeye başladığımız gibi temsil ettiği düşünceden de nefret etmeye başlıyoruz.

Bu şekilde toptancı davranmanın yanlış olduğunu bile bile bir değerlendirmede bulunuyoruz. Huyumuzu değiştirme gibi bir niyetimiz de yok. O zaman geriye bu camiayı temsil eden insanların kendisine çeki düzen vermesinde fayda vardır. Çünkü dini temsil görevini ifa edenlerin sarığı beyazdır. Sarığı kirletmeden hakkını tastamam vermeleri için çoğu zaman yoğurdu üfleyerek yemelerinde fayda vardır. Camiasına leke getirecek davranış ve tasarruflardan kaçınmalıdır. İşini düzgün yapmalıdır. Yaptığı davranış yanlış anlamaya müsait ise o zaman niçin böyle davrandığını izah edip insanları ikna etme yoluna gitmelidir. Tıpkı Mimar Sinan gibi. Hani "Minare yamuk ve eğri" diyen çocuklara Sinan, bir halat getirir, "Haydi çocuklar hep beraber asılıp eğri minareyi düzeltelim" der. Biraz asıldıktan sonra "Düzeldi mi çocuklar" sorusuna "evet" cevabını alır. Aslında minare yine aynı minare. Sinan burada bu yaptığıyla çocukların kafasındaki algıyı yok eder. Hz Muhammed bir akşam karanlığında eşiyle konuşurken kendisine selam verip geçen birine, selamını aldıktan sonra "Ey falan, yanımdaki eşim falandır" diye açıklama yaparak adamın kafasında oluşması muhtemel müphemi giderir.

Bu açıklamaları niçin yapıyorum? Son bir kaç yıldır yönetici kademesinde görev alan aynı meslek grubundan bir çok idareci, yaptıkları tasarruflarıyla kamuoyu nezdinde adalet duygusunu zedeler görüntüsü verdiler. Böyle bir yönetici bir gün toplantıda Fatiha süresini okuyunca mağdur olduğunu düşünen biri: "Yaptığınıza ayeti bari karıştırmayın" dedi, benim duyacağım şekilde. Anlaşılan amirinin kendisi hakkında yaptığı tasarrufun mantığını ve doğruluğunu kavrayamamıştı. O zaman amir, bu durumu izah edip mağduru ikna etmeliydi. Amir, yaptığında şeffaf ve adil olmalıydı. Referansı ayet ve hadis olan yöneticiler adalet duygusunun zedelenmemesi, insanların kendisine ve temsil ettiği camiaya karşı soğuk bakmasının önüne geçmek için elinden gelen gayreti göstermelidirler. 21/11/2016


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde