Ana içeriğe atla

Karz-ı hasen sahibi birisidir o

Bazı insanlar vardır, insanların içerisinde müstesna bir yere sahiptir. Sanki kendisi için değil de başkası için yaratılmışlar. Ömrünü iyilik yapmaya adamış, insanlara iyilik yapmak ve hizmet etmek için kendini feda eder. Eli açık, eli bol, cömert, sahavet ehli ve gönü zengin biridir bunlar. Hep vereyim, hep yedireyim modunda yaşarlar hep.

Kimin bir ihtiyacı varsa giderir, kimin bir derdi varsa gelir onu bulur. İster tanısın, ister tanımasın. kendinde varsa verir, yoksa gider bir başkasından borç alır, ihtiyaç sahibine verir. Verdiği parayı bilmez, çünkü yazıp not etmez. Verdiğini de istemez. Borç sahibi verirse verir, vermezse asla peşine koşmaz. Başkası adına birinden aldığı borcu kendi borcu bilir, en kısa zamanda gider öder. Pek huyu değildir bir başkasından borç istemek. Eğer istemek durumunda kalmışsa onu yazar ve en kısa zamanda da öder.

Başkasına verdiği hesabını bilmediği paralar öyle çay parası türünden değildir. İstenen para yüksek bir para ise elindekini verir, geriye kalanı ayda ben sana borcunu ödemek için şu kadar vereyim, der ve verir de. Çoğu kimseye kefil olmuştur, kefil olduğu kimse kredi borcunu öderken ona aylık belirlediği miktar yardım da yapar, kredi sahibi ödemezse gider geriye kalanı da öder. Biri ev mi alacak. O hemen yanındadır. Biri araba mı alacak, o yine yanındadır.

Çok mu zengin bu arkadaş? Maalesef değil. Bordro mahkumu biri. Ne arabası var, ne de evi. Kirada oturur. Onun bineği altındaki bisikletidir. Yaz-kış, soğuk-sıcak demeden hep ona biner. Ne evim yok diye dert edinir ne de arabam. Bir çok bordro mahkumu ayın sonunu zor getirirken onun cebinde hep parası olur. Çoluk çocuğun ihtiyacını karşıladıktan sonra geri kalan hep milletin hizmetindedir. Üç-beş kuruş biriktireyim de altıma bir araba alayım, ben de biraz rahat edeyim diye bir derdi yok.

Çevresi de çok geniştir. Bu kadar çevreyi nasıl edindi diye düşünürsen onu tanıyanın ekseriyeti ondan karşılıklı ya da karşılıksız yardım almıştır. Hatta bazen kendisinden borç alan biri borcunu getirirse "Bana para verme, ne zaman cebime bir para girse nereden bilirler bilmem, az sonra gelirler, senin verdiğin de ona gider" diye şaka yapar. Kime ne verdiğini de başkasına söylemez. Anlatmaz da. Ender de olsa zaman zaman söylettiğim de olur tabii. İsim vermeden anlatır.
***
Kapu Camii civarında tanışıp muhabbet ettiği bir esnafı ziyarete gider. İçeri girdiğinde bir alacaklı,  esnafa ağzına geldiğini söyler, ağır hakaretleri ardı arkasına sıralar. Bizimki araya gider: "Bu arkadaşın sana borcu ne kadar" diye sorar. Söylediği miktarı çıkarır cebinden verir. Esnaf rahat bir nefes alır. Aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen zor durumdan kurtulan esnaf bizimkini arayıp: "Arkadaş! Falan tarihte beni zor bir durumdan kurtardın, sana teşekkür ederim, iyi şu da emanetin" demez.
***
Bir gün okuluna bir toptancı gelir: "Şu kadar paraya ihtiyacım var, yoktur falan tarihte ödeyeceğim, istersen arabamı bırakıp gideyim" der. Bizimki çıkarır cebinden, istediği parayı verir. Yıllar geçer, alınan para maalesef gelmez.
***
Yanına biri gelir: "Hocam ev alacağım, kredi çekmem lazım, bana bir finans kurumu önerir misin" der. Beraber finans kurumuna giderler, müdürle tanıştırır. Çıkarken müdür: "Hocam şurayı bir imzalar mısın formalite icabı bu yaptığımız" deyince gösterilen yeri imzalar. Kredi çekene de kredi öderken ben sana aylık bin lira yardım edeyim" deyip ayrılır. Uzun süre aylık yardımda bulunur. Nice sonra kefili olduğu adamın kredisini ödemediği ortaya çıkar. Kredinin geri kalan kısmını da öder. Kredi çekenin telefonuna bir daha ulaşamaz. Çünkü çalan telefona cevap vermez.
***
Esnaf iken mali sıkıntıya düşen biri bulur kendisini. Bir kaç ay içerisinde vereceğim diye para ister kendisinden. Gider bir başkasından üç bin euro bulur. 5-6 ay geçtikten sonra borçlu, bayram alışverişi yapacağım diyerek yine para ister. Verecek param yok  ama bayram alışverişini benim karta çekelim, der. Kendisine, daha öncekini ödememiş, istersen verme dedimse de ihtiyacı olmasa istemez diyerek çarşıda buluşmak için bekledi durdu. Hele şükür ki gelmedi. Gelseydi öyle zannediyorum harcamada limit koymazdı. Para mı? Maalesef para gelmedi. Sonunda izini kaybettirdi. Bizimki aldığı borcu ödedi, geçti gitti.
***
Gelene gidene borç olarak verdiği paraların ekseriyeti dönmemesine rağmen ağzından bundan sonra kimseye vermeyeceğim dediğini duymadım. Bu durumu bilen bir arkadaşı kendisini 'batakçı' olarak adlandırır çoğu zaman. Batakçı mı bilmem ama bu dünyada elinden tutup kaldırdığı birçok insandan geri dönüş olmadı. Öyle zannediyorum ahiret azığını tıka basa doldurdu. Buna müflis tüccar değil, bir verip on kazanan tüccar denir.
***
Nadir de olsa elinden tuttuğu bazı insanlardan takdir görmüş biridir. Üniversite öğrencisi iken maddi durumu iyi olmayan birini sürekli harçlık olarak destekler. ne zaman bilse, duysa yardımlarına koşmuştur.
***
Üniversitede öğrenci iken zaman zaman maddi destek sağladığı bir kişi, mali açıdan şehrin sayılı kişilerinden olunca: "Zamanında çok iyiliğini gördüm" diye içinden gelerek ona bir araba almak ister. Mizacına ve raconuna ters bir durumdur almak. Çünkü hiç almadan hep vermiştir bugüne kadar. Sıfır araba teklifini reddeder. Bir akşam evine geldiğinde eşi bir anahtar uzatır. "Bu seninmiş" diye. Bakar ki bir araba anahtarı. Kim bıraktı der. Eşi biri zile bastı, bıraktı gitti deyince kendi kendine: "Kimdir, necidir, kimin nesidir" diye düşünür. Sonunda kimin bıraktığını anlar. Apartmandan aşağı iner. Apartmanın parkında arabayı arar. Bulmak için de aracın uzaktan kumandalı anahtarından faydalanır. Nihayet arabayı bulur, gider kendisine hediye eden vefalı dostuna arabayı teslim eder. Adam kabul etmek istemese de: "Araba lazım olursa kullanmak için alırım" diyerek oradan ayrılır.
***
Evi olmayan birisine ev almak için aracılık yapar, tanıdığı eşinden-dostundan borç ister. Kendisi de bir 3 bin lira ilave eder. Ev almak isteyene verir. Her ay borç öderken "Senin denklediğin kadar yardım edeceğim, borcu bitirelim" der. Diğer alınan borçlar kira öder gibi ödenir. Bizimkinin desteğiyle. Diğerlerine borç bitmiştir. Sıra geldi ev almaya aracı olan ve borcu ödemede destek olanın borcunu ödemeye. Bizimki: "Ben bunu karşılık olsun" diye vermedim, borcun yok" der. Alırsın-almazsın muhabbetinden sonra: "Yarın ben sıkıntıya girsem sen de bana yardım etmez misin" deyince sayesinde ev sahibi olan kişi: "Hayır yapmam, sen önce şu paranı bir al" diye ısrar eder. Birikmiş 13200 liralık borcu her ay çay parası öder gibi öder.
***
Atandığı kurumda okuyan öğrencilerin hepsi engelli. Kısa zamanda o öğrencilerin dilini de anlar. Önce binayı fiziki yönüyle adam eder. Devletten gelen ödenek varsa onunla. Yoksa şu esnaf, bu esnaf dolaşarak kafasına koyup gidermek istediği eksikliği giderir. Çocukların işitmesinde kolaylık sağlayan, kulak içine yerleştirilen bir cihazın olduğunu duyar. Devletle yazışır, destek bulamaz. İl, ilçe MEM'ler destek vermez, vali ipe un serer. Sonunda çalmadık kapı bırakmaz, tüm öğrencileri cihazla donatır. Yanına vardığın zaman çocukların kah annesi, kah babası. hatta ailenin kaçar gibi bırakıp gittiği çocuklarına kol kanat gerer. Saçı uzayanların tıraşına varıncaya kadar hizmetlerini görür. Mesai kavramı yoktur, devlet memuru mantığından ötedir ondaki hizmet anlayışı. Hafta içi, hafta sonu, gece nedir bilmez. Kurumundaki işleri bitirmeden de ayrılmaz.
***
Yarım asra yaklaşan yaşına sayısız hizmetler sığdırmış, çalıştığı her yerde farkındalık oluşturmuş, reklamını yapmayan, kendi halinde çalışan, kendisini başkalarına adamış Allah'ın kulu işte benim anlattığım. Yaptıklarından görüp anlayabildiğim bu kadarla sınırlı değil. Allah bundan ve bunu gibilerinden razı olsun. Ne derdi varsa derdine derman versin. Ahirette makamı en üstlerde olsun. Sayılarını artırsın. Amel defteri sağından verileceklerden olduğuna şehadet ederim ben bunun. 17/11/2016


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde