Ana içeriğe atla

Sanayilerimiz çocuksuz kalmasın...

Dün arabanın kışlık bakımını yaptırmak için sanayiye gittim. Soğuk ve sağlıksız ortamlarda çalışanlar gördüm. Kimi arabanın altında, kimi kaputunu açmakla meşgul, kiminin elinde tamir alet ve edevatı, kimi misafirlere çay getirmek için uğraşıyor. Arabasının tamir ve bakım işini bekleyenlerden başka boşta bir insan görmedim. Hiçbiri de soğuğa aldırmadan; elim, kir-pas olacak demeden kendisine verilen işi yapmaya çalışıyor. Pek konuşan yok. Herkesin eli ve beyni çalışıyor.

Ara ara ustam diyen olsa da genelde baba hitabını duyuyorsun çalışanlardan. Tek-tük de olsa bir ustanın yanında birinci derece akraba olmayan, ustalık öğrenmek isteyen yabancı çalışanlar var. Ama geneli baba-oğul şeklinde. Bu demektir ki baba, şimdilik usta olarak yetiştirmek için yanında oğlunu bulabilmiş. Mevcut usta yaşlanıp işten el-etek çekince oğula kalacak dükkan. O da oğlunu ikna edebilirse yanında yetiştirecek, ikna edemezse kalfa ve çıraksız, kimseye el vermeden kazanabildiği kadar rızkının peşinde koşacak. En son ya dükkanı devredecek, ya da kapatacak. Çünkü dükkanı işletecek usta yetişmeyecek gibi görünüyor.

Az sayıda çalışanla konuşma fırsatı buldum. Onlar da okuyamadıklarından şikayetçi. "Babam çok ısrar etti, benim için çabaladı, ama ben okumadım/okuyamadım." şeklinde. İyi ki okumamışsın be evlat dedim birine. Sen de okusaydın burada kim çalışacaktı, bu işleri kim yapacaktı. Elin yağlanmış, kir-pas içinde kalmış ama elinin emeğiyle evine aş götürebiliyorsun. Yoruluyorsun, para kazanmanın ne olduğunu bilirsin, çünkü terliyorsun. Hem milletin işini yapıyor, az veya çok emeğinin karşılığını alıyorsun hem de hayır dualarını alıyorsun. Zira sen de olmasaydın, biz arızalanınca bu arabayı hurdaya bırakacaktık. Daha şimdi bizim iyi günlerimiz, yakında bozulan aracı bırakıp yenisine yöneleceğimiz günler yakındır. Çünkü sizden sonra belki de bu sanayiye kalfa ve çırak olmak, bu mesleği öğrenmek için kimse gelmeyecek. Çünkü şimdi kapasitesi var veya yok, herkes okuma yolunu seçiyor. Okumada nasılsa eleme de yok. Okula kaydını yaptıran mezun oluyor. Eskiden baba, bir-iki sene okuyup okumayacağını test ederdi çocuğunun. Okursa ne ala! Okumazsa çocuk soluğu sanayide alırdı. Bu şekilde kalfa-çırak olurdu. Bunlardan ustalar yetişirdi. Sen boş ver, iyi ki okumamışsın. Hayatta hiçbir kazanç elinin emeğini yiyenin kazancından daha zevkli ve helal olmaz, dedim. İşim bitince ücretini ödeyip teşekkür ederek ayrıldım.

Nasıl ki camiler çocuksuz kalmasın diye çaba sarf ediyorsak sanayilerin de çocuksuz kalmaması için mutlaka tedbirler almamız lazım. Ama bu sistemde nasıl? 16/11/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde