Ana içeriğe atla

Çok da tın *

Kendisini medeni gören tek dişi kalmış canavar AP(Avrupa Parlamentosu), Avrupa Birliğine girmek isteyen Türkiye ile müzakereleri geçici olarak dondurma oylaması yapmış. Yapılan oylamada müzakereleri dondurma kararı büyük bir oy oranıyla kabul edilmiş. Çok da tın ya!

1963 yılında başlamış  bu birliğe girme serüvenimiz. 53 yıl olmuş. Benimle yaşıt yani. Bizden 30-40 yıl sonrasında buraya girmek için müracaat edenlerin hepsi alındı. Nedense bir türlü sıra bize gelmedi. Yarım asırdır kapısında bekletiyor, ne alıyor, ne de kovuyor. Ağza çalınan bir parmak bal ile bizi oyaladı da oyaladı. Devlet politikası haline geldi bizde bu AB aşkı. Her hükümet bu müzakereleri yürüttü, yürütmeye çalıştı, kör-topal da olsa.

2016 yılında gerilen ortam dolayısıyla güya bize had bildirmeye kalkıyorlar. Kendilerini ne sanıyorlarsa. Aslında asıl suç bizde. Ne işimiz vardı onların kapısında bizim? 1963 yılından beri her ne dedilerse "Tamam efendim, elbette efendim, nasıl isterseniz beyefendi..." üslubumuza iyi alışmışlardı. Bizi istedikleri şekilde evirip çeviriyorlardı. İstediği emri veriyorlar. Bu ülkeyi yönetenler de hazır ol vaziyetinde emredersiniz efendim derdi hep. Sanırım böyle davranan yöneticilerimizin çoğunda aşağılık kompleksi olmalı ki efendilerinin karşısında saygıda kusur etmiyorlardı. Biz kim idik ki efendimize: "Efendim yanlış yapıyorsunuz, terörü siz destekliyorsunuz..." şeklinde söyleyecek. Boynumuza takmışlardı bir tasma. İstedikleri şekilde şekil veriyorlardı bize. Mutlak itaat idi bizden istenen.

Son yıllarda alışılmışın dışında bir politika izleyen Türkiye'nin mücadele şekli adamların zoruna gitti. Etliye-sütlüye karışmayan, bir şey diyeceği zaman efendilerinin yolunu takip eden bir politik tavırdan, köre kör diyen bir siyaset dili izlenmeye başlandı. Bir oyun kurulacaksa masada ben de varım, bensiz olmaz diyen bir politika, canavar batıyı kendine getirdi: "Ne oluyor?" demeye başladı. Bu, kölenin efendisine isyanıydı. Efendiler, kölelerinin isyanlarına tahammül edemezler. Tüm endişeleri de bundan.

Türkiye'nin AB kapısında 53 yıldır bekletilmesi bu milletin onuruyla oynama demektir. Çok bile kaldık o kapıda. "Biz ettik, siz etmeyin, gelin ne isterseniz yapalım" deyip ayağımızın altına kırmızı halı da döşeseler, bu milletin ruhuna, kültürüne, medeniyetine, örf ve adetine aykırı böyle bir kulüpte zaten bizim işimiz olamaz. Bu millet ayakları üzerine durmayı da bilir, ölmeyi de. Bir ülke haysiyeti ve değerleriyle yaşar. Hani bir zamanlar: "AB kriterlerinin adını değiştirir, Ankara kriterleri yapar, yolumuza devam ederiz" diyorduk ya. Demokratikleşme ve insan hakları alanında doğuştan gelen hakları vermek için kendi özümüze dönelim. Bir başka yabancı zihniyet bizim içişlerimize karışmasın. Bu ülkede herkesin insanca yaşama isteğini pekala biz  köklerimizden alacağımız güçle kendi kendimize halledebiliriz. Yeter ki birlikte yaşama azmini kaybetmeyelim. Etrafımızın düşmanla çevrildiği bu günümüzde bu ülkede bir ve beraber, huzur ve mutluluk içerisinde yaşama iradesini ortaya koyalım. Zaten ilerlemenin yolu da bir başkasını izlemekle olmaz. Kendi köklerimizden alacağımız güçle ilerleme sağlanır. Çünkü taklit ettiğimizin hep bir adım gerisinden gideriz. Asla birinci ve oyun kurucu olamayız.

Öyle müzakereleri geçici olarak durduruyoruz diye aba altından sopa göstermenize gerek yok. Tamamen atmazsanız namertsiniz. Siz uyuşuk, pısırık Türkiye'den değil, bundan sonra gözünü açan Türkiye'den korkun. Elinizden geleni ardınıza koymayın. Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın.


Bu millete 53 yıldır kapıda bekletilmek yaraşmaz. Bayatlamış yanlışları çöpe atma zamanı geldi. Kendine gel Türkiye! Özüne dön! Başkası değil, kendin ol!..Kendi göbeğini kendin kes! 24/11/2016

* 26/11/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde