Asırlar geldi geçti neredeyse. İç ve dışa karşı "Başkası ne der" pozisyonu aldık hep. Pek sesimizi çıkarmadık. Çünkü ya gücümüz yoktu, ya da gücümüzün farkında değildik.
Doğu kimliğimizle Batılı olmak için çabaladık durduk. Onlar ne dediyse yaptık. Aynı dine inandığımız dindaşlarımıza bile mesafe koyduk, onların gözüne girmek için. Ayrıca muasırlık onlardaydı, medeniyet onlardaydı, gelişmişlik onlardaydı. Kaç nesil geldi geçti; onlar gibi olmak, onlar gibi düşünmek istedik hep. Onların seviyesine çıkmak için yönetenlerimiz halkın dokusunu değiştirmek istedi. Çünkü Batı aşığıydı onlar. Onlar gibi olursak gelişebilirdik. Kimini uydurdu kendine, kimi ise direndi. Böylece halkı karşı karşıya getirdiler. İlericilik-gericilik, laik-antilaik gerilimi hiç eksik olmadı. Hep biri diğerinden ülkeyi kurtarmaya çalıştı, gönüllü olmazsa cebren.
Bu hengamede maalesef ne Batılı olabildik ne de Doğulu. Kimliğimizi kaybettik. Bu kişiliksiz durum devleti yönetenlere de sirayet etti. Doğuya sırtını dönerek Batıya yöneldi. Dış politikamız Batı merkezli oldu hep.
2000'li yıllardan sonra kendi özümüze dönmeye başladık. Hep ortada duran, kişiliksiz ve kimliksiz politika terk edildi. İleriye çıkan, oyun kuran bir ülke olmak için pozisyon aldık. Fincancı katırlarını ürkütür olduk. Bir çomak soktuk halihazırda. Batının ve batı gibi düşünenlerin zoruna gitti bu durum. Yıllardır kurdukları oyunun içerinde yer alan Türkiye, kendisi oyun kurmaya başladı. Onlar için Türkiye güdülen ülke olmaktan yani elden çıkıyordu. Çünkü ülke düştüğü, yıkıldığı yerden yeniden kalkmak istiyordu. Bu yüzden var gücüyle tekrar yere yıkmaya çalışıyorlar.
Bu durumda diklenmeden dik dururken mutlaka dünya dengesini gözetmek. Satranç oyunu gibi taşları yerli yerine oturtmak ve zamanı geldiği zaman doğru taş ile hamle yapmak lazım. Yoksa dünyayı kendi lehlerine hizmet edecek şekilde dizayn eden kurtlar sofrasında yem olma durumuyla karşı karşıya kalabiliriz. Haklı olduğumuz davamızda doğru yol ve yöntemi bulmamız gerekiyor. Diplomatik dil hiç eksik edilmemeli. Adam adama markaj gibi ülkeleri yöneten ağır topları markaja almak gerekiyor. Kapalı kapılar ardında konuşulması gereken dilin meydanlarda, sokaklarda ifade edilmesinden mutlaka kaçınılmalıdır. Bir fincancı katırını ürkütürken diğer fincancı katırlarını yanımıza almaya çalışalım. Yoksa hepsini karşımıza alarak hak bildiğimiz yolda ilerleyemeyiz. Mutlaka ajandamızda bir plan olmalı. Plan çerçevesinde hareket etmek lazım. 08/11/2016
** 11/11/2016 tarihinde Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder