Ana içeriğe atla

Hurma, zemzem neyine yetmez

Geçen gün bir arkadaş aradı. "10-15 gün sonra umreye gideceğim. Hediye satan bir tanıdığın var mı" diye.  Bu işlerle biraz ilgisi olan bir esnafın ismini verdim. Kendisine şimdiden hayırlı yolculuklar, güle güle git gel dedim, telefonla vedalaştık. Hacca ve umreye gidenler bu hediye getirme  işinden ne zaman vazgeçecekler bilemiyorum.

Mübarek beldeye gideni uğurlamaya giden de hediye götürüyor, hac ve umreden gelen de. Aslında ikisi de bu durumdan memnun değil. Çünkü uğurlamaya gidenin götürdüğü, umreden gelenin getirdiği hediye de farklı, olmayan bir hediye değil. Umreden gelen seccade, tespih, takke getiriyor. Uğurlamaya giden de çorap, havlu, küp şeker vb hediye götürüyor. Ne zaman hayırlı olsuna gitsek önümüze konan tespih, takke evlerimizde tıka basa dolu. İşin garibi kullanılmıyor da. Aslında hacctan gelenin en güzel hediyesi zemzem ve hurmadır. Daha gitmeden telaşa giriyorlar, hediye alınacak diye. Giden paraya mı acırsın, girdiği stres ve telaşeye mi? Zaten adam umre veya hacca gidince yüklü bir harcama yapmak zorunda. Üstüne üstlük bir de hediye alma, hediye getirme telaşına kalkıyor. Hediye de bir sadra şifa olsa gam yemem gerçekten.

Bu adet ve gelenek sadece Konya'ya mı has diye düşünürken okul arkadaşım Adem ALdanmaz'ın bir paylaşımı dikkatimi çekti: "Pakistan hacıları ülkelerine dönünce, Muhammed İkbal'i ziyarete giderler. Yanlarında hacdan getirdikleri bilinen hediyeler vardır: hurma, zemzem, tespih, takke...

İkbal bunları alır, teşekkür eder ve sonra şunları söyler: Bu hediyeler güzel. Ama keşke bize o mukaddes beldelerden, Hz Ebubekir'in sadakatini, Hz Ömer'in adaletini ve hukuka bağlılığını, Hz Osman'ın Kuran sevgisini ve hayasını, Hz Ali'nin celadetini ve ilim aşkını getirseydiniz de, onlarla insanlığı buluşturup, kurtuluşunu sağlasaydık..."

Paylaşım doğru ise demek ki aynı durum Pakistan'da da varmış. Kimse bu durumdan memnun değil ama "Başkası ne der, ayıp olur" diye almak veya götürmek zorunda kalıyor. Yok arkadaş,  adettir,  ben alırım denirse bari para vermeyin.  Bende bol miktarda var. Bedava vereyim size.

Bu mahalle baskısı ne zaman kalkacak dört gözle bekliyorum inşallah!... 10/11/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde