30 Kasım 2016 Çarşamba

"Sarı Hoca, Ak Hoca, Yok Hoca"

Benim gibi havuç rengi turuncu saçlara sahipti. İsmi Durmuş idi. Ama kimse ona ismiyle hitap etmezdi. Herkes onu Sarı Hoca olarak bilir,  o şekilde çağırır, o şekilde hitap ederdi.

İlçenin yetiştirdiği hocaların en önde gelenlerinden idi. Kendi muhitine hizmet etti yıllar yılı. En büyük camisi Büyük Caminin imam ve hatipliğini yaptı. Hafızı kelam idi. Öyle 'ha'sı gitmiş 'fız'ı kalmış hafızlardan değildi. Taş gibi hafızdı. Yaşadığı müddetçe Kur'an'dan hiç uzak kalmadı, hep onunla hemhal oldu. Görevini dört dörtlük yerine getirirdi. İzin nedir bilmezdi. Maaşın Çumra'dan alındığı yıllarda çoğu zaman öğle namazına yetişirdi. Haftalık izin yanına uğramazdı.

Canı tez biri idi. Fakat iş namaz kılma ve kıldırmaya gelince ağır ağır, sindire sindire, hazmede hazmede kılardı namazını. Hiç acelesi yoktu namazı bitirme konusunda. Baştan savma nedir bilmezdi. Diğer camilerde namaz bitse bile Büyük Camide namaz devam ederdi.  Hatta bazıları, "Sarı Hoca namaza başladığında pazar ihtiyacını gör gel, hala rükuya eğilmemiş olduğunu görürsün" şeklinde latife bile yapardı. Gerçek payı da yok değildi hani. Namazdan hiç çalmadı. Tadili erkana riayet ederek kıldırdı hep. Camiye vakfetmişti kendisini. Cami bir zamanlar onun ismiyle bile anılır olmuştu. "Emekliliğim geldi, biraz aksatayım artık" deme yoluna hiç gitmedi.

Büyükle büyük, küçükle küçüktü. Herkesin halini hatırını sorar, gönlünü alırdı. Nüktedan yönü de ağır basardı. Yerinde ve zamanında incitmeden yapardı şakasını. Turuncu saçları ağarmaya başlayınca: "Hocam saçlar ağarmış" dendiğinde "Sarı hocaydım, ak hoca oldum, bir gün de yok hoca olacağım" diyerek araya latifesini de sıkıştırırdı, bir tekerleme şeklinde.

Usul adap nedir bilirdi. 79 yılında Konya'ya geldiğim ilk yılda bir arkadaşımın iğvasıyla çocukluğun da vermiş olduğu duyguyla bir-iki gün oruç tutamamıştım. Köye geldiğim zaman Sarı Hoca ile karşılaştım. Bana "hoş geldin yeğenim" dedikten sonra çekti kenara: "Yeğenim rüyamda seni oruç yerken gördüm, Allah hayır getirsin! Öyle bir şey yoktur, değil mi" dedi. Ben yok dayı, olur mu öyle şey desem de kitabın ortasından konuşmuştu. Tıpkı Hasan ve Hüseyin'in, abdestini yanlış alan bir amcayı incitmemek için: "Amcacığım, biz bir abdest alalım, hangimiz doğru alacak, siz takip eder misiniz" deyip aynı şekilde aldıkları abdesti gören amca: "Çocuklar sizin abdest alışınız doğru, yanlışlık bende" diyerek yanlışını düzelttiği gibi. Benim de arkadaş kurbanı ve çocukluk duygusuyla yediğim orucu 'Rüyamda gördüm" şeklinde ifade ederek beni düzeltmeye çalışmıştı.

Kendisinin: "Öbür dünyaya gittim, geri geldim" dediği gibi kaç defa kalp krizi geçirdi. Gitti, gitti, geri geldi gerçekten. Kimseye yük olmadan hasta-sağ olarak ömrünü tamamladı. Yine kendisinin  dediği gibi: "Sarı Hoca, Ak Hoca, Yok Hoca" oldu artık. Babamla hala-dayı çocuğu idi. Babam onun için: "Oğlum! hafızı kelamdır, ateş yakmaz onu" derdi. Allah kendisinden razı olsun, mekanı Cennet olsun, varsa günahları, Rabbim bağışlasın. Köyün Sarı Hocası idi o. Yok olmadı. Hep gönüllerde yaşayacak inşallah.

Bu vesileyle akraba ve eş-dostunun, aynı zamanda tüm Karasınır halkının başı sağ olsun. 30/11/2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder