Ana içeriğe atla

"Sarı Hoca, Ak Hoca, Yok Hoca"

Benim gibi havuç rengi turuncu saçlara sahipti. İsmi Durmuş idi. Ama kimse ona ismiyle hitap etmezdi. Herkes onu Sarı Hoca olarak bilir,  o şekilde çağırır, o şekilde hitap ederdi.

İlçenin yetiştirdiği hocaların en önde gelenlerinden idi. Kendi muhitine hizmet etti yıllar yılı. En büyük camisi Büyük Caminin imam ve hatipliğini yaptı. Hafızı kelam idi. Öyle 'ha'sı gitmiş 'fız'ı kalmış hafızlardan değildi. Taş gibi hafızdı. Yaşadığı müddetçe Kur'an'dan hiç uzak kalmadı, hep onunla hemhal oldu. Görevini dört dörtlük yerine getirirdi. İzin nedir bilmezdi. Maaşın Çumra'dan alındığı yıllarda çoğu zaman öğle namazına yetişirdi. Haftalık izin yanına uğramazdı.

Canı tez biri idi. Fakat iş namaz kılma ve kıldırmaya gelince ağır ağır, sindire sindire, hazmede hazmede kılardı namazını. Hiç acelesi yoktu namazı bitirme konusunda. Baştan savma nedir bilmezdi. Diğer camilerde namaz bitse bile Büyük Camide namaz devam ederdi.  Hatta bazıları, "Sarı Hoca namaza başladığında pazar ihtiyacını gör gel, hala rükuya eğilmemiş olduğunu görürsün" şeklinde latife bile yapardı. Gerçek payı da yok değildi hani. Namazdan hiç çalmadı. Tadili erkana riayet ederek kıldırdı hep. Camiye vakfetmişti kendisini. Cami bir zamanlar onun ismiyle bile anılır olmuştu. "Emekliliğim geldi, biraz aksatayım artık" deme yoluna hiç gitmedi.

Büyükle büyük, küçükle küçüktü. Herkesin halini hatırını sorar, gönlünü alırdı. Nüktedan yönü de ağır basardı. Yerinde ve zamanında incitmeden yapardı şakasını. Turuncu saçları ağarmaya başlayınca: "Hocam saçlar ağarmış" dendiğinde "Sarı hocaydım, ak hoca oldum, bir gün de yok hoca olacağım" diyerek araya latifesini de sıkıştırırdı, bir tekerleme şeklinde.

Usul adap nedir bilirdi. 79 yılında Konya'ya geldiğim ilk yılda bir arkadaşımın iğvasıyla çocukluğun da vermiş olduğu duyguyla bir-iki gün oruç tutamamıştım. Köye geldiğim zaman Sarı Hoca ile karşılaştım. Bana "hoş geldin yeğenim" dedikten sonra çekti kenara: "Yeğenim rüyamda seni oruç yerken gördüm, Allah hayır getirsin! Öyle bir şey yoktur, değil mi" dedi. Ben yok dayı, olur mu öyle şey desem de kitabın ortasından konuşmuştu. Tıpkı Hasan ve Hüseyin'in, abdestini yanlış alan bir amcayı incitmemek için: "Amcacığım, biz bir abdest alalım, hangimiz doğru alacak, siz takip eder misiniz" deyip aynı şekilde aldıkları abdesti gören amca: "Çocuklar sizin abdest alışınız doğru, yanlışlık bende" diyerek yanlışını düzelttiği gibi. Benim de arkadaş kurbanı ve çocukluk duygusuyla yediğim orucu 'Rüyamda gördüm" şeklinde ifade ederek beni düzeltmeye çalışmıştı.

Kendisinin: "Öbür dünyaya gittim, geri geldim" dediği gibi kaç defa kalp krizi geçirdi. Gitti, gitti, geri geldi gerçekten. Kimseye yük olmadan hasta-sağ olarak ömrünü tamamladı. Yine kendisinin  dediği gibi: "Sarı Hoca, Ak Hoca, Yok Hoca" oldu artık. Babamla hala-dayı çocuğu idi. Babam onun için: "Oğlum! hafızı kelamdır, ateş yakmaz onu" derdi. Allah kendisinden razı olsun, mekanı Cennet olsun, varsa günahları, Rabbim bağışlasın. Köyün Sarı Hocası idi o. Yok olmadı. Hep gönüllerde yaşayacak inşallah.

Bu vesileyle akraba ve eş-dostunun, aynı zamanda tüm Karasınır halkının başı sağ olsun. 30/11/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde