Ana içeriğe atla

Elimdeki para

Kış geldi mi sülaleden Veysel Emmim ava giderdi. Yine kar yağmıştı. Gün artık Veysel Emmim'indi. Keyfine diyecek yoktu. Tüfeğini hazırladı. Fakat barut ve saçma lazımdı. Evde kalmamıştı. Beni çağırdı, al şu parayı Koca Hüseyin'e git, barut ve saçma al gel diye. Verdiği paraya bir baktım. Daha önce hiç görmediğim bir kağıt para idi. 75-76 yılının en büyük parası. Şimdinin 100 lirası diyelim.

Üzerimi giyindim, eldivenleri elime geçirdim, çünkü hava buz gibiydi. Parayı da cebime koymadım kaybederim diye. Elimin içine koyup sıkı sıkıya elimi kapattım. Ayağım kaymadan hızlı bir şekilde gitmeye başladım. Ara ara da elimdeki paraya bakıyorum duruyor mu diye. Cellogilin evlerinin yanına vardığımda yukarıdan aşağıya kayanlar vardı buzun üzerinde. Etrafında ise kayanları seyredenler. Hiç onlara takılmadan Büyük Caminin oradaki Koca Hüseyin'in dükkanının yolunu tuttum. Tam dükkana gireceğim zaman elimdeki paraya bir göz attım. Elimde paradan eser yoktu. Ne kadar cebim varsa hepsini tek tek, tekrar tekrar yokladım. para uçup gitmişti. Koca Hüseyin bana baka dursun ne alacak diye. Hemen geldiğim gibi gerisin geri döndüm. Mahallemize yaklaştığım zaman Deli Bekirgilin evinin oradan yukarı çıkıp Kürtlerin evinin oradan kimse görmeyecek şekilde Deliktaş'ı seyrederek, diz boyu karın içinden geçerek eve geldim. Ayakkabımdan içeri giren kar, çoraplarımı ıslatmış, ayaklarım buz gibi olmuştu. Zira daha önce hiç kimsenin kar yazdıktan geçmediği yerleri tepip gelmiştim. Kimseye bir şey demedim. Eve saklandım. Rifatlar sülalesinin birbirine bakan iç içe geçmiş evlerinden bir gören olur... Olur ya Veysel Emmi ile karşılaşırsam ne diyecektim.

Ben evde bekledim, Veysel Emmim ise evinde beni bekleye dursun. Nice sonra anam geldi: Oğlum Emmin barut sorar, nerede diye. Saklandığım samanlıktan çıktım boynumu yere eğerek. Parayı sanırım kaybettim diye. Baktığım tüm ceplerime tekrar bakıldı. Yoktu...Emmim beni yanına aldı. Nereden geçtin, yolda kimler vardı, seni kim gördü, parayı nereye koydun diyerek beraberce gittiğim yolu tekrar gidip geldik. Gözümüz sağda solda idi. Acaba nerede düştü diye. Para uçup gitmişti.

Belediyeden anons edildi: "Veysel YÜCE'ye ait şu kadar para kayboldu. Bulan, gören insaniyet namına getirsin" diye. Belki anonsta bulana ödül de vadedildi, hatırlamıyorum. Nihayet para bir kaç gün sonra bulundu. Para, Şevket Ağa'da çıktı. Bulmasına karşılık sanırım para istemiş, emmim de vermiş. Ama ne kadar istedi, ne kadar verdi bilmiyorum.

Bense parayı düşürdüm mü, yoksa elimden çekildi mi bilmiyorum. Vebali boynuna herkesin. Zira eldivenin içinde tuttuğum para soğuktan ya düştü ya da çekildi. Elde eldiven olunca biri çekse de sanırım haberim olmazdı. Bulduğu paraya karşılık para istemesi de düşündürmedi değil hani beni. Yine de niyetimi bozmayayım, düşürdüm diyelim.

Veysel Emmim sağ olsun o zaman kızmadı bana. Üstelik hiçbir şey demedi. Ama ondan sonra bana para verip bakkala gönderdiğini hatırlamıyorum. Akıllı adammış rahmetli. Büyük bir ihtimalle ondan sonra kendi işini kendi yapmıştır. Geç de olsa çocuğa iş buyurup ardından kendisinin gideceğini anladı. Ben mi? Bir alışverişi daha ağzıma yüzüme bulaştırmanın ezikliğini yaşadım çocuk halimle uzun süre. 29/11/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde