Ana içeriğe atla

Okullarda şiddet niçin kesilmez?

Gün geçmiyor ki yazılı ve görsel medyada öğrencisine şiddet uygulayan bir öğretmenin haberi veya videosu yayımlanmamış olsun. Çıkan haberden sonra insanımız var gücüyle başta o öğretmen olmak üzere öğretmenlerin genelini eleştirmeye başlıyor. "Bu eğitimcilerin kendisinin eğitime ihtiyacı var. Çocuk dövülür mü..vb" serzenişler, eleştiren yorumlar duyar ve okuruz. Toplum olarak biz olayları, sonuçları itibariyle değerlendirir ve yargılarız. Öğretmenlerin şiddet uyguladığına  dair çıkan haberler dolayısıyla eğitimciler hep eleştirilmesine, bir kısım eğitimcilerin hapis cezası almasına rağmen okullardaki bu şiddet eylemlerinin kesilmemesinin sebep ya da psikolojisi nedir? Bence bu konuya kafa yormak lazım.

Birçok okulda öğretmenler ders anlatmakta zorlanıyor. Çünkü öğrenciler ders dinlemek istemezler. Dersi kaynatma yoluna giderler. Öğretmen nasihat etse, uyarsa, kızsa, bağırsa da sınıfın sessiz olması, ders dinleyecek pozisyona gelmesi çoğu zaman mümkün olmuyor. Notla korkutsa, eksi verse, öğrenciyi disipline verse, ailesini çağırsa da verimli bir ders ortamı sağlanamıyor. Öğretmen her yolu denedikten sonra hakaret etse, kazara vursa bundan sonra öğretmen geri kalan ömrünü idari yönden inceleme ve soruşturma, ceza yönünden de mahkeme koridorlarında geçirmek zorunda. Eğer mahkemeye kadar çocuğun ailesi öğretmeni haklamamışsa tabii.

Siz öğretmen olsanız sınıfın altını üstüne getiren, dersin ahengini bozan, bir derste 8 defa sus-dur denilen, fakat dur-durak bilmeyen öğrenciye ne yaparsınız? Diğer öğrencilerin dersi dinlemesine de engel oluyor. Zayıf verseniz, çocuk hiç tınmıyor. Çünkü okula zorla geliyor. Disipline verseniz verilen disiplin cezasının hiç caydırıcı yönü yok. Elinizde hiçbir yaptırımınız yok. Kendinizi bir an öğretmen yerine koyun.  40 dakikalık bir dersi kaza-bela olmadan nasıl bitirirsiniz?

Okullarda sınıf ortamında sağlıklı ders işlenmemesinin sebeplerinden iki tanesi öğretmenlikteki gizemliliğin kaldırılması ve her öğrencinin okumak zorunda olmasıdır. Eskiden az sayıda gönüllü okuyan vardı. Veli çocuğunu okula ve öğretmene teslim ederken eti senin, kemiği benim diye teslim ederdi. Öğretmen öğrenciyi döverse çocuk gelip ailesine söyleyemezdi. Çünkü bilir ki, ailesine söylese çocuk bir dayak da evde yerdi. Öğrenci okuyamazsa veli alır çocuğunu okuldan. Çırak olarak sanayiye verirdi. Okutacağım diye çaba sarf etmezdi. Şimdi lise bitinceye kadar çocuk okumak zorunda. Milli Eğitim yetkilileri bas bas durmadan açıklama yapıyor: Öğrenciyi dövemezsiniz, kim döverse Alo 147'ye şikayet edin, Bilgi Edinmeye başvurun, yetkili mercilere şikayette bulunun" diye. Veli çocuğuna: "Eğer öğretmen sana bir fiske vurursa haber ver, ben onun canını okuyayım" diye sıkı sıkıya tembih ediyor. Zaten en ufak bir durumda veli arkasına sülalesini alıp okulu basıyor. Çocuk biliyor ki, öğretmenin kendi üzerinde hiçbir yaptırımı, cezayı müeyyidesi yoktur. Zaten sınıfta da kalma yok. Her halükarda diplomasını alacak. Zaten okula da gönülsüz geliyor. O zaman dersler çocuğa eziyet gibi geliyor. Derste sıkılıyor. Derste sıkılan, hiçbir hedefi olmayan öğrenci sınıfta ne yapacak? Varsa yoksa yaramazlık yapacak. Çocuğun sınıftan geçme garantisi var, diplomayı her halükarda alacak. Yaptığı yaramazlıktan dolayı öğretmenin kendisine hiçbir şey yapamayacağını biliyor. Pekiyi bu çocuk niye yaramazlık yapmasın, söyleyin Allah'ın aşkına! Allah bana Cennet garantisi verse ben bu ülkenin en azılı kötüsü olurum. Nasılsa öbür dünyada ceza olmayacağı gibi üstelik Cennet'e de girebileceğim. Hiç olmazsa bu dünyada günümü gün etmeye çalışırım. Çalıştığım işimde patronun bana hiçbir şey yapamayacağını bilsem, doğru dürüst işime gitmem. Gitsem de işi aksatır, durmadan arazi olurum. Zira patron beni nasılsa işten atamaz ve çıkaramaz.

Öğretmen gürültüye rağmen çocuğa hiçbir şey yapmadan dersini işlemeye devam etti diyelim. Bu sefer çocuğu sorumlu olan veliler gelip "Hocam falan falan çocuk sınıfı kaynatıyormuş bizim çocuk ders dinleyemiyormuş, o çocuklara niye bir şey yapmıyorsunuz" diye okula geliyor. Veya diğer çocuklar durmadan yaramazları şikayet ediyor. Bu durumda öğretmen durmayan çocukları okul idaresine şikayet ediyor. Okulun müdürü: "Arkadaşlar sınıfın ahengini bozan çocukları bana getirmeyin, bizim de yapabileceğimiz bir şey yok" diyor. Bu sefer öğretmen her ders sürekli bu tip öğrencilerle karşı karşıya geliyor. Nedense şiddet uygulayan öğretmen basının gündemine geliyor da, öğretmene şiddet uygulayan öğrenci ve veli pek gündeme gelmez.

Durumun vahameti anlaşılsın diye yakın zamanda okullarımızda meydana gelen bir olayı aktarmak istiyorum: Okulumuzun birinde 8.sınıf bir öğrenci öğretmene saldırır.  Öğretmen şikayetçi olmak istemese de okul müdürü, diğer öğrencilere emsal olmasın diye çocuğu disipline sevk eder. Çocuk için bir dosya tutulur. Öğrencinin bu yaptığı suç, okul değiştirilmesini gerektiren bir disiplin suçudur. Milli Eğitim Müdürlüğünde ilçe disiplin kurul başkanı okul müdürünü telefonla arar: "Müdür Bey! Çocuk için hazırladığın dosyayı bize gönderme, işlem yapmayacağız. Çünkü çocuk 8.sınıf bir öğrenci. Bu sene TEOG'a girecek. Çocuk ve veli okul değişsin istemiyor. Çocuk okulda kalacak" diyor. Müdür dinlemez bu talimatı. Dosyayı ilçe disiplin kuruluna gönderir. İlçeden gelen cevap "ilçe disiplin kurulunun 2'ye 1 oy ile çocuğun okul değişikliği teklifi reddedilmiştir" şeklinde. Bu gelen yazıdan sonra öğretmen "Bir başka okula görevlendirilmemin yapılması" şeklinde dilekçe verir. Yer değişikliği öğretmene uygulanır. Ben öğrenci olsam "Keşke iki tane daha vursaydım derim, bu ödül sonucunda.

Bizde, "Bekara avrat boşamak kolay" diye bir sözümüz var. İşin mutfağında olmayan, olaylara dışarıdan bakan, eğitimci olmayan kişiler 'Vurun abalıya' türünden her şiddet olayında eğitimcilere çullanıyor. Basın zaten tahrik görevini yapıyor, haber değerinden ziyade. Yazımdan bu adam dayağa taraftar anlamı çıkmasın.  Çocuğun dövülmesini tasvip eden biri değilim. Bırakın şiddeti, öğrenciye hakaret edilmesine bile taraftar değilim. Niyetim şiddet yasak olmasına rağmen niçin hız kesmiyor? Sahi siz olsanız ne yaparsınız?

Durmadan öğretmenleri eleştirip mangalda kül bırakmayan kişiler biraz empati yapın lütfen! Öğretmeni de anlamaya çalışın. Şiddet uygulayan öğretmen ceza almasın demiyorum. Mutlaka yaptığı muamelenin karşılığında okulun iç disiplini öğretmen için de çalışsın. gereken cezayı alsın. Olay mahkeme boyutuna taşınırsa yine ceza alsın. Ama bu durumlar, alınan cezalar basın yoluyla herkesin ağzında pelesenk olmasın. Öğretmen toplum nezdinde tu kaka yapılmasın. Öğrenciye de mutlaka caydırıcı bir yaptırım uygulansın.

Okumamak için direnen çocuk sanayinin yolunu tutabilsin, sınıfta kalma olsun, bugün sanayideki insanlar çırak bulamıyor. Sanayiye giden çocuk çıraklık eğitim vasıtasıyla haftada bir iki gün bazı temel dersleri almaya devam etsin. Diplomayı oradan alsın.

Öğretmenin önüne okumak isteyen sorumlu öğrenci gelsin. Çocukta sorumluluk yoksa veli okutmak istiyorsa çocuğunun yaptığı hatalardan dolayı veli çocuğunun arkasında olmasın. veli çocuğunun dövülmesini tasvip etmesin. İlk önce çocuğunu sıkı sıkıya  tembih ettikten sonra olayın aslını astarını veli, bir de öğretmenden dinlesin. Veli öğretmeni suçlu görürse kapalı kapılar arasında gerekirse öğretmene gerekeni yapsın. Ama bu yaptığını öğrenci bilmesin.

Veliler ve devletimiz çocukları korumak amaçlı bunu yapıyor, kötü niyetli değiller. Dayak yiyen çocuk ezik yetişir. Elbette dövülmesin. Fakat bu şekil aşırı koruma bize zarar verir, haberimiz olsun. Öğrenciyi koruyacağız diye öğretmenin itibar ve onurunu ayaklar altına almayalım. beğenseniz de beğenmeseniz de elimizdeki malzeme budur. Hiç kimse bugün şu kadar çocuk döveyim diye okula gelmez. Öğretmen camiasındaki şiddet yanlısı, hasta ruhlu olanlar var ise -ki vardır- bunlar için geri hizmete alma dahil değişik yaptırımlar uygulanmalıdır.

Çocuğa şiddet olmayacak da büyüklere olacak mı? Hiç bir şiddet asla tasvip edilemez. Büyüklerin birbirine şiddet uyguladığı bu ülkede okullarda şiddetin olmaması mümkün değildir. Toplum olarak biz her meselemizi şiddetle çözeriz. Şiddet yanlısıyız aslında. Bakmayın siz uzaktan, bol keseden konuştuğumuza. 18/11/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde