Ana içeriğe atla

Her boş geçen ders boş değildir...


Devlet kurumlarında çalışan bir görevli işine gelmediği zaman ne yapılır? Hiç düşündünüz mü?  Düşünmeye gerek yok. Onun görevini yanındaki bir başka eleman yapar. Yapacak eleman yoksa gelen kimseye: “O işe bakan arkadaşımız raporlu/izinli/sevkli, falan gün gelecek. O gün gelin size yardımcı olsun” denir. O kurumla işi olan mecburen belirtilen gün gelip işini yaptırması gerekir. İşi olacak vatandaş mağdur olur. O kadar.

Peki işine gelmeyen/gelemeyen öğretmen ise bu durumda ne yapılır? O gün kaç saat dersi varsa dersi/dersleri boş geçer. Normali nöbetçi öğretmenin doldurmasıdır. Ya gelmeyen o gün nöbetçi ise, ya da nöbetçi olan öğretmenin boş dersi yoksa bu durumda ne yapılır? Okulun müdür veya yardımcısı dersi doldurur. Müdür ya da yardımcının dersleri doldurma imkanı yoksa öğrenci ya sınıfta bekletilir, ya bahçeye çıkarılır, ya da inisiyatif alınarak evine gönderilir. Boş geçen dersler nöbetçi öğretmen ya da idare tarafından doldurulsa da öğrenciye sınıfta sadece bekçilik yapılır. Boş olan öğrenciyi tutmak, zapt etmek mümkün değildir. Öğrenci ya arkadaşıyla kavga eder, ya biri hakkında şikayete gelir.

Nöbetçi öğretmen dersi doldurma yoluna gitse de ders işlenmediği için serbest çalışma yapan öğrencileri normal bir seviyede tutmak zor gerçekten. Dersi dolduran öğretmen için de bir eziyettir bu durum. Burada en mutlu kişi, dersi boş geçen öğrencilerdir. keyiflerine diyecek yoktur boş derste. Ne yapacaklarını şaşırırlar. Çünkü ardı arkasına işlenen derslerden sıkılmıştır iyice. Gelen fırsatı tepmez, içini döker.

Salı günü nöbetim esnasında 3.saati ders doldurma olarak vermişler. Sınıfıma gittim. Niyetim çarşamba günü bu sınıfa olan dersim TEOG sınavı dolayısıyla kaynayacak, dersimi işleyeyim şeklindeydi. Fakat bu mümkün olmadı. Çünkü mazereti dolayısıyla dersine gelemeyen öğretmen öğrencileri ödevlendirmiş. Öğrenciler benden izin istedi, tahtada alıştırma yapabilir miyiz diye. Olur dedim.  Matematiği iyi olan bir öğrenci sıra ile öğrencileri tahtaya çağırdı. Gelen öğrenci sıradaki alıştırmayı yaptı. Yapana ve yapamayana artı koydu, çözemeyene yardımcı oldu. Ben bir taraftan ara ara meydana gelen uğultu dolayısıyla sınıfa müdahale ederken bir taraftan da tahtada soru çözen öğrencileri ve onlara rehberlik yapan öğrenciyi izledim. 

Gıpta ettim öğrencilerin bu durumuna. Helal olsun dedim. Bir helal olsun da dersin öğretmenine. Çünkü gelemediği halde öğrencilerin dersi ne şekilde geçirmeleri gerektiği konusunda vazifelendirmiş. Hayatımda ilk defa böyle verimli geçen bir boş derse şahit oldum. 

Tebrikler öğrenciler, tebrikler öğretmenim! Sorumlu öğrenci ve duyarlı öğretmen böyle olur. Allah sayılarınızı çoğaltsın!.. 23/11/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde