Adana'da tanıştığım biri yeni bir araba almıştı. Şoförlüğü pek yoktu. Kendisi de kabul ederdi, sürmeyi beceremediğini. Fakat başka yolu yoktu öğrenmekten başka. Zira ömrü boyunca mobilyete binerek ihtiyacını gidermişti. Bu halinden de memnundu aslında. Fakat çevresinden: "Hocam at artık şunu, dört tekerlekliye bin" diye diye bir araba almak zorunda kalmıştı.
Evi, işlek bir caddede idi. Sabah namazından sonra balkona çıkar, akan trafiği izler, bilgisini artırmaya çalışırdı. Zaman zaman da arabasına binerdi. Bir gün yanıma geldi: "Hocam sürmeye sürüyorum ama arkamdaki bütün araçlar bana korna çalıyor, hep kavşaklarda bir hata yapıyorum ama hatamın ne olduğunu bilmiyorum. Halbuki ben nizami bir şekilde yolun sağına duruyorum ışıklarda" dedi. Sola döneceğin zaman da mı sağa duruyorsun dedim. "Evet hep sağa duruyorum. Yeşil yanınca herkesin önünden sola geçiyorum" dedi. Önce gülümsedik ardından nerede durması gerektiğini söyledim kendisine.
Şimdi sadede geleyim. Zira benim derdim başka. Toplum olarak dil özürlü müyüz acaba diye düşünmeye başladım. Böyle bir iddia bu millete yapılan bir hakaret olur. Yıllardır bizim eğitim sistemimizde yabancı dil öğretimi masaya yatırılır, enine boyuna konuşulur ve tartışılır. Ders saatleri artırılır, ilkokul ikinci sınıfa kadar yabancı dil dersi koyarız, hazırlık sınıfı koyar, sonra kaldırırız, sonra tekrar koyarız. Hasılı sıfır elde var sıfırız. Bir yabancı dili öğrenemedik, ne yapacağız diye düşünürken Hoca'nın Timur'dan ikinci fil istemesi gibi liselere 2.bir yabancı dil kondu. Aslında 3.bir yabancı dilimiz daha var. O da ana dilimiz Türkçe.
Hepimizin "Benim Türkçe'm iyi" dediği dil yani. Aslında Türkçe'miz iyi falan değil. Sadece biz öyle sanıyoruz. Çoğumuz meramını 300-500 kelimeyle anlatmaya çalışır. Zaten çoğu zaman da beceremeyiz, işimizi şiddetle çözmeye çalışırız. Diğer iki yabancı dili sökemediğimizin müsebbibi bizim Türkçe öğretmedeki pardon öğretmemedeki maharetimiz. Bir dil bu kadar mı zorlaştırılır? Bunu nasıl beceriyoruz bilmem. İster kabul edin, ister kabul etmeyin. Yabancı dilleri öğrenemeyişimizin temelinde katlettiğimiz Türkçe'miz yatıyor. Gerçi teste dayalı, yanlışların içerisinde doğruların gizlendiği bu merkezi sınavlar olduğu müddetçe bırakın yabancı dili, diğer dersleri de öğrenemeyiz. Bu da ayrı bir yazı konusu.
Ne demek istiyorum? Türkçe öğretme konusunda bir hata yapıyoruz ama nerede? Tıpkı yukarıda anlattığım acemi şoförün yaptığı hata gibi... Güzel Türkçe'mizi kurallara boğmuşuz. Kural üstüne kural, kural içinde kural koyarak ne konuşabilir ne de yazabilir olduk. Kural hatası yaparız endişesiyle düşünmeyi ve anlamayı unuttuk neredeyse. Ayrıntının ayrıntısı bize öğretilen: Kelime bitişik mi yazılacak, ayrı mı? Arada virgül mü konacak, noktalı virgül mü? Zarf ve kelime yerli yerinde mi kullanılmış? Kelimede ünlü daralması olmuş mu? Ünsüz yumuşaması var mı? 'Ki', ayrı mı yazılacak, bitişik mi? Ya 'da' nın durumu? Hangi kelimeler büyük harfle yazılır, hangisi küçük?
Bize Türkçe öğretilmekten ziyade öğrenilmemesi istenilmektedir zannımca. Kural olmasın demiyorum. Biraz sadeleştirilsin istiyorum. O kadar kural konan bir dilin yazım ve imla kurallarını bilen insanımızın sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bilip de uygulayanı zaten ara ki bulasın. Kuralları öğretmek için gösterdiğimiz gayret ve çabayı kelime hazinemizi zenginleştirmeye versek, yazılanı ve anlatılanı anlamayı kavrayabilsek fena olmaz sanırım. Anlamaya çalışmak, kelime hazinemizi artırsak öyle zannediyorum hayal gücümüz de artar. Olaylara daha farklı pencerelerden bakabiliriz. Dil dediğin meramını anlatma sanatıdır, iletişim kurabilmedir. Düşünüp üretebilmedir. Biz Türkçe, İngilizce, Almanca, Arapça vb dilin kuralını öğrenip kurallı konuşacağız derken başkası malı alıp götürüyor. Ayrıca öğrendiğimiz kurallar sadece sınavlardan sınavlara kullandığımız kaidelerdir. Kural koymaktan, kural uygulamaktan, kural öğrenmekten neredeyse dilimizi konuşamayacağız ve yazamayacağız. 14/11/2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder