Ana içeriğe atla

Çocuklarımız hangi tür oyun ve oyuncaklarla oynamalı?

Kendi yetiştiğim zamana göre şimdiki neslin imkanları daha iyi. Fakat ben bu neslin yerinde olmayı hiç istemezdim. Sanki yeni nesil birbirinden farklı onca oyuncağın içerisinde oyuna susamış gibi görünüyor.

Oyun çocuğun zihnen, bedenen, sosyal ve psikolojik yönden gelişmesi için olmazsa olmaz bir ihtiyaçtır. Çocuk ve oyun birbirinden ayrılamaz. Bizim zamanımıza göre zamane çocukları daha fazla bir oyuncağa sahipler. Evlerde çocuk ve oyuncak odasına hapsedilmiş çocuklarımız var artık. Ne toprak yüzü görüyor, ne de arkadaş. 4-5 yaşından itibaren de soluğu kreş ve ana okullarında almaktadır. İçeride sun'i-yapay, plastik oyuncaklar. Çoğu da ucuz maliyetli Chine malı oyuncaklar bunlar. Öyle zannediyorum bu oyuncakların çoğu da mikrop saçıyor. Hatta bakanlık zaman zaman bazı oyuncakları yasaklama yoluna bile gitmektedir. Fakat bunca oyuncağa rağmen çocukların çok mutlu olduklarını sanmıyorum. Çünkü oyuncaklar çocuğun çok yönlü yetişmesine katkı sağlamamaktadır. Çocuk ne sosyalleşebiliyor, ne paylaşabiliyor, ne de kendi başına bir oyun kurabiliyor. Çünkü tüm oyuncaklar hazır. Çocuğun düşünmesine pek ihtiyaç kalmıyor. Ebeveynimiz basıyor parayı, alıyor oyuncağı. Çocuk yeni alınan oyuncaktan bir iki gün içerisinde hevesini alıyor. Aile yeni ve başka oyuncak alma yoluna gitmek zorunda kalıyor.

Çok geç yaşlarda tanışması gereken cep telefonu, bilgisayar, tablet vb teknolojik aletler daha küçük yaşta iken çocuğun hayatına giriyor. Dijital alemde oyun oynamaya kendini kaptıran çocuk, oyunda yenildikçe hırslanıp tekrar tekrar oyun oynama yoluna gidiyor, hem de saatlerce yerinden kalkmadan. Bu tür oyunlar çocuğun zihnini yormadan başka bir işe yaramıyor maalesef.  Çocukluğunu dijital oyunlarla geçiren çocuk,  okullu olduğu zaman aile çocuğunu sanal alem oyunlarından  uzaklaştırma yoluna gitmek istiyor. Fakat zamanında bilinçsizce zamanından önce kullandırılan bu tür oyunlar çocuğa bağımlılık yapmakta. Okullu olduktan sonra da bırakamıyor. Aile yasaklama yoluna gitse de çocuk gizli-kaçak oynama yoluna gidiyor.

Çocuklarımız cep telefonu, tablet, bilgisayar kullanımını bizden daha iyi biliyor. Yeni bir telefon aldığım firmanın elemanına: "Bunu nasıl açacağım gösterir misin" dediğimde yanımdaki çocuğumu göstererek: "Bu çocuk var ya, yanındaki. O sana gösterir, benim göstermeme gerek yok" dedi bana. Ben, bu nesle şeytanı bol nesil diyorum. Onları oyalayacak o kadar oyun türü var ki, çocuklar bunlardan fırsat bulup da derse falan bakamaz, kimse kusura bakmasın. Gerçek oyunlarla büyümeyen bu çocuklar sonra nedense büyüyemiyor, büyüse de çocukluğu kaybolmuyor. Çünkü doya doya yaşamadı çocukluğunu. Doğal oyunları görmedi. Sanki bir laboratuvarda yetişmiş gibiler. Çünkü ne dışarı biliyor, ne sokak, ne akraba biliyor, ne de arkadaş. Varsa yoksa bilgisayar oyunu onlardaki eğlence. Bu da deşarj etmiyor çocuğu. Halbuki çocuk dışarıyı görmeli, dışarıda oynamalı, toprak yüzü görmeli. Üstünü, başını toprakla batırmalı. Beraber oynadığı çocukla akşam kavga etmeli, ertesi günü barışmalı. Arkadaşlarıyla oynarken kendileri doğal oyunlar bulabilmeli. Vücut yorulup eve gelmeli. Banyodan sonra mışıl mışıl uyumalı.

Bizim çocukluğumuzdaki oyunları bilmiyor çocuklarımız. Bilse de kimse yüzüne bakmıyor. Çelik çomak, çember çevirme, bilye oynama, aşık atma, ayçiçeği kafasından yaptığımız araba ile yarış yapma, kayma, körebe, saklambaç...nedir bilmez. Üstelik bizim oyunlarımız sıfır maliyetli idi. Şimdiki oyuncakların yanına varılmıyor.

Hasılı biz çocukluğumuzu adam gibi yaşadık. Şimdiki çocuklar maalesef onca pahalı oyuncağın yanında çok mutlu değiller. Gelin aklımızı başımıza alalım. Bu çocukları, mutlu olabilecekleri oyunlara yönlendirelim. Pahalı, özellikle masaya ve eve hapseden dijital oyunlardan uzak tutalım onları. 10/11/2016



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde