Ana içeriğe atla

Bir ülkede adalet ve güven zedelenmeye görsün *

Bu ülkede çözülmesi gereken sorunlarımız çok. Meselelerimizi çözmeye çalışırken yeni sorunlar ortaya çıkmakta. Sorun yumağı içerisinde yuvarlanıp gidiyoruz milletçe.

Bana bu ülkede en önemli iki sorun söyle dense adalet ve güven derim. Çözülmeyi bekleyen bu iki sorun varken diğer dertlerimizi bir tarafa bırakmak lazım. Biz bu iki haslete kavuşursak bu milleti kimse tutamaz.  Hem gelişme, hem de ahlaki yönden parmakla gösterilen bir ülke oluruz.

Durum gerçekten vahim. Bugün öyle bir noktaya geldik ki yapılan sınavlardan aldığımız puana bile güvenmiyoruz.  Yerine sözlü yapar olduk.

Adaletimiz ise hiç sadra şifa olmadı. Öyle bir noktaya getirdik ki; kim haklı-kim haksız,  kim suçlu-suçsuz belli değil. Sürekli değiştirdiğimiz ceza sistemi sayesinde cezaevlerini önce doldurup sonra boşaltıyoruz. Hapishanelerimiz yetmiyor suçlunun cezasını çekmesi için. Sürekli yenilerini yapmaya devam ediyoruz.

Bir  suçtan dolayı zanlıyı önce gözaltına alıp hakim karşısına çıkarıyoruz. Hakim tutuklanmasına gerek görmüyor.  Suçlu serbest kalıyor,  savcı itiraz ediyor. Sonra tekrar tutuklanma kararı çıkıyor. Sonra tekrar serbest bırakıyoruz. Güncel bir mesele olan,  kadına müstehcen giyiniyor  diye tekme atan kişinin evlere şenlik yargılanmasını gözünüzün önüne getirin.  Ne demek istediğim daha iyi anlaşılmış olur. Adı geçen zanlı içeride mi dışarıda mı bilmiyorum. Zaten takip etmek de mümkün değil.

Suçlu ceza alıyor. Cezasının yarısı indiriliyor. Cezası iki yıldan az ise önce açık cezaevi, ardından şartlı salıverme uygulanıyor. Yargılanmadan önceki yattıklarını da sayarsan neredeyse adamdan özür dilenip üste tazminat verilecek. İndireceğin cezayı niye veriyorsun? Eğer adam bir de pişmanım derse verecek ceza da kalmıyor. Örgütlü suçlarda zaten karar çıkmaz. Sonunda dava müruru zamana uğruyor.

Sizin de mutlaka başınıza gelen böyle bir durum veya gözlemleriniz vardır. Hanginize dokunsak bin ah işitiriz eminim. Keşke açlıktan ölsek, dünyanın en fakir ülkesi olsak da adalet sistemimiz düzgün olsa ne iyi olurdu inanın. Her cuma hutbesinde "Allah adaleti...emreder" diye okur, ama bir türlü emri yerine getirmeyiz.

Adalet, hep -bozuk mal çıkaran bir fabrikanın üretimi gibi- ağır aksak karar veriyor, ama her verdiği karar hep defolu nedense. Yazık bu ülkeye! Yazık bu ülkenin insanına! Sağcısı-solcusu, Müslümanı-ateisti, sünnîsi-alevisi...bu asırda yaşayan kim olursak olalım bu ülkede hep birlikte adaleti tesis edelim, aramızda güven ortamını oluşturalım. Gelecek nesiller için hoş bir seda bırakalım. Yok yapmayacaksak bu ülkenin hep birlikte cenazesini kılalım.  01/11/2016

* 05/11/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde