Ana içeriğe atla

Bazılarının kazancının bereketli olmasının sebebi ne ola ki acaba?

Mayası ve ham maddesi toprak olan insanoğlunu Rabbim çeşit çeşit yaratmış. Renkleri, görüntüleri, fiziki yönleri farklı farklı da olsa insanoğlunun birbirine benzer ortak yönleri çoktur.  İmtihan için geldiğimiz bu dünyada ahiret azığı hazırlamamız gerektiğini her birimiz biliriz genelde. Fakat geçici dünyanın heveslerine o kadar kaptırıyoruz ki zaman zaman hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünyaya sarılır kalırız.

Makam, mevki elde etmek; iyi, geniş ve güzel bir evde barınmak, konforlu bir arabaya sahip olmak, bol para kazanmak, çoluk çocuğun geleceğini garantiye almak için durmadan para biriktirmeye çalışırız çoğunluk itibariyle.  Hırs, açgözlülük ve tamahkarlık, bol para kazanmak yine insanın ortak özelliklerinden biridir. İyilik yapsak da ya başa kakarız, ya da karşılığını bekleriz. Yani keseri hep kendimize doğru yontarız.

Rabbimin bazı kulları vardır ki sayıları az da olsa aramızda vardır. Bir taraftan dünya için çalışır ve kazanırken hep etrafına dağıtan eli selek insanlardır bunlar. Elinde gömü mü var? Hayır. Rızkını temin için yurt içi ve yurt dışı durmadan koşturur. Emrinde yüzlerce insan çalıştırır. Aynı zamanda kazancının büyük bir kısmını hayır-hasenata, ihtiyaç sahibinin işini görmeye, eşine dostuna yetirmeye harcar. Harcadıkça bereketleniyor. Hz Osman gibi ticaretle uğraşır, kazancını herkesle paylaşır. Çalıştıkça Rabbim fazlından fazlasıyla veriyor. Verdikçe kazancının bereketi artıyor. Fabrikatör mü bu arkadaş? Hayır. Elinin emeğiyle kazanan biri. İşini yaparken en iyi, en düzgün bir şekilde yapar. İşini düzgün yaptıkça, işini takip edip rızkını aradıkça, kazancını her yer ve kesimle paylaştıkça Rabbim veriyor da veriyor. Harcadığına göre veriyor diye düşünüyorum. Cebini hiç kabarık görmedim. Belki de ihtiyaç sahibi biri de olabilir. Ama her hayır ve hasenatta cebinden eşi-dostu için harcayabileceği para çıkıyor. Lugatında yok yok. Kapısına gelip de boş dönen yoktur. Haberi olursa kapısına gitmene gerek yok zaten. O gelir, seni bulur. Böylelerini  bugüne kadar başkasından faydalanır, fayda bekler görmedim. Rabbim sanki bu tipleri vermek için yaratmış, insanlar bunları örnek alsın, onlar da bunlar gibi olsun istemiş gibi sanki. Her türlü vermenin yanında insan da hiç mi kibir olmaz. Kibir de yok. Bu tiplerden faydalanan kişilerin onuru da incinmiyor.
***
Maddi imkansızlıklar dolayısıyla dershaneye gidemeyen bir öğrenciden haberim oldu. Bir dershanenin yetkilisiyle görüştüm. "1000 liraya kayıt yaptıralım" dedi. 4 arkadaştan 100'er lira istedim. Telefonla bir arkadaşımı daha aradım. "Ne kadar açığın var" dedi. 600 lira deyince "600 lira bana ait, bana yazar mısın" dedi.
*** 
Bir arkadaşım düğün yapacaktı. "Düğün yapmak için ayağa kalktım ama, tıkandım kaldım, ne yapacağım bilmiyorum" dedi. Ne kadara ihtiyacın var dedim. "10.000 lira" dedi. 5-6 arkadaştan para istedim onun adına. 500, 1000, 2000 lira veren oldu genelde. Dershane konusunda yardımcı olan arkadaş aradı. "Benden 3500 lira, 500'ü düğün hediyem olacak, geriye kalanı da diğer borçlarını ödedikten sonra en son ödesin" dedi. Düğün sahibi nice sonra aldığı borçları ödedi. telefonla aradım emanetin bende nasıl alırsın, ya da nereye getireyim diye. "Yakında sen de düğün yapacaksın, bana şu anda lazım değil, kullan" dedi. Bana ihtiyaç değil desem de "Yanında bulunsun, belki lazım olur" dedi.
*** 
Zaman zaman bir vesileyle karşılaşıp görüştüğümüzde, "Arkadaşlarla oturuyoruz, sizi göremiyoruz dediğimde", "Aranıza mutlaka gelmek istiyorum, eğer haftaya bende oturursak planlamamı ona göre yaparım" dedi. Bundan sonra gelmek şartıyla olur dedim. "Anlaştık o zaman, bizde yemekli buluşalım" dedi. Biz sadece çaya geliriz, zahmet olmasın, dedimse de "Yemek dedimse  bir çorba, bir salata. Niye zahmet olsun. Kaç kişi oluruz" dedi. 12 kişi falan. "Tamam bizdeyiz" dedi. Bir hafta sonra bir çorba, bir salata yemek için gittiğim evinde envaiçeşit yemekle ağırladı bizi. Üstelik sayımız 20'ye yakındı.
***
İş yerine bazen ziyarete gittiğimde izzet ikramını yine en iyi şekilde yapar. Vedalaşırken ne imal ediyorsa, ne satıyorsa koltuğunun altına hediye olarak sıkıştırır. Para teklif edersin, onu da almaz. Millet dostuna satarak kazanmak ister. Böyleleri de başkasından kazandığını dostuna ikram etmek ister.

Bu vermenin, izzet ikramın, almadan vermenin mektebi yok maalesef. Olsaydı zaten aynı okul, aynı sınıfta okuyan biri olarak bana da biraz sirayet ederdi zaten. Ne diyeyim böylelerine. Böylelerinin kendilerine, anne babasına, yetiştirene sadece şapka çıkartılır. Teşekkür edilir. Yaratan sayılarını çoğaltsın, bizler de böyle olalım, dertleri varsa derman bulsunlar diye bol bol dua edilir sadece... 12/11/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde