Ana içeriğe atla

Ne zaman adam oluruz? **


-Pazarcı, kullandığı pazar yerini temiz bırakıp satışa; ön ve görünen yerden vermeye başladığı zaman,
-Araç park ederken yaya ve araç trafiğini engellemediğimiz zaman,
-Kurban keserken çevreye görüntü çirkinliği vermediğimiz zaman,
-Toplu taşıma aracına binenlerden ayakta kalanların arka taraftan itibaren doldurmaya başladığı zaman,
-İnsanlara küsmeyip iletişim yolunu hep açık tuttuğumuz zaman,
-Park yasağı olan yerlere aracımızı koymadığımız zaman,
-Esnafın kaldırımın üstüne eşya koymayıp ve mağazasının önüne aracını park etmediği zaman,
-İnsan yoğunluğu olan yerlerde ihtiyacımızı gidermek için sıraya girip sıramızı beklediğimiz zaman,
-Herhangi bir işe girerken ya da işimizi yaptıracağımız zaman araya birini koymadığımız zaman,
-Hiçbir sınavda kopya çekmediğimiz zaman,
-Trafik kurallarına uyduğumuz zaman,
-Şehir planlamasında bina yapımında yüksek katı, şehir merkezindeki  caddelerden değil de –sinema salonları gibi- şehrin en uç noktasından başlayarak yaptığımız zaman,
-Her türlü üreticinin; komisyoncu, aracı ve bayiinden fazla aldığı zaman,
-Devlet dairesinde çalışan memur ile özel sektörde çalışanın aynı haklara sahip olduğu zaman,
-Herhangi bir depremde binalarımız yıkılmayıp cenazelerimiz olmadığı zaman,
-Toplum içerisine çıktığımız zaman kendimize yapılmasını istemediğimizi başkasına yapmadığımız zaman,
-En fazla çalışan, en becerikli kişi olarak sadece kendimizi görmeyip başkalarının da iyi çalıştığını ve becerikli olduğunu kabul ettiğimiz zaman,
-Hep iyi insan aramaktan vazgeçip kendimiz iyi olmaya karar verdiğimiz zaman,
-Çalıştığımız yerde mesaiye riayet edip tüm mesai saatlerini dopdolu geçirdiğimiz zaman,
-Kendimizi başkasıyla kıyaslamaktan vazgeçip kendimiz olmaya karar verdiğimiz zaman,
-Bir haksızlığa herkesten önce kendi camiasından insanların karşı çıktıkları zaman,
-Haksızlığı her zaman, her yerde, her pozisyonda hep haksızlık olarak gördüğümüz zaman,
-Yeraltı madenlerini çıkarırken alın terletenlerin ölmedikleri  zaman,
-Her işte çalışanların ve işyerlerinin hakkaniyet ölçüsünde denetlendiği zaman,
-Basının ve medyanın kimsenin adamı olmadan hep doğru haber verdiği zaman,
-İşinden şu ya da bu şekilde ayrılan insanlara “kovuldular” demediğimiz zaman,
-Evlenip ayrılmak isteyenlerin  kavga etmeden ayrılmaya karar verdikleri zaman,
-Belediyeler tarafından yeni yapılan yol ve kaldırımların ne kadar süre ile aynı şekilde kullanılacağına dair karar verildiği zaman,
-Eş ararken  “çalışan eşten ziyade” Allah’tan hayırlısı dediğimiz zaman,
-İş ararken masabaşı iş istemeyip alın terletmek istediğimiz zaman,
-Gerçek suçlulara verilen cezaların kamu vicdanını rahatlatacak şekilde zamanında ve yeteri kadar ceza verdiğimiz zaman,
-Herhangi bir iş ve meselede kişilerle uğraşmaktan ziyade prensiplerle hareket ettiğimiz zaman,
-Ne zaman adam olur demediğimiz zaman... 27.11.2014

11/12/2016 tarihinde Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde