Ana içeriğe atla

Hangi sistem daha iyi?

Bu ülkenin tartışmasız günü geçmez. Sürekli bir gündem buluruz. Allah nazardan saklasın konu sıkıntımız yok. Son zamanlardaki tartışmamız da  sistem tartışması.

Başkanlık sistemine geçebilecek miyiz? Geçersek ne olur? Geçmez isek ne olur? Parlamenter sistem değişmemeli, zira ülke için en iyi sistem budur. Başkanlık sistemine geçilirse ülke bölünür. Yok eğer geçmez isek asıl  o zaman bölünür. Başkanlık sistemi ülkeyi tek adamlığa, diktatörlüğe götürür. parlamenter sistem ağır işliyor, hızlanmamız lazım. başkanlık sisteminde kuvvetler ayrılığı olmaz, halbuki parlamenter sistemde var olan kuvvetler ayrılığı birbirini denetler. Başkanlık sistemine  sırf Cumhurbaşkanı istiyor diye geçilmek isteniyor. Sistem değişikliği olacaksa meclise gelecek anayasa taslağı 330 kabul oyunu bulabilecek mi?.. gibi sorulara cevap aramaya çalışıyoruz. Artı ve eksileri konuşulmaya çalışılıyor.

Ülke başkanlık sistemine geçebilir mi geçemez mi, geçerse iyi mi olur, kötü mü bilmem. Bildiğim bir şey var. Ülkeyi yönetmede kim ne kadar samimi? Değişmesini isteyenlerle, değişime direnenler gerçekten ülkenin selameti için mi pozisyon alıyorlar? Bunu da bilme imkanım yok. Çünkü elimde samimiyet testi yok. Yine bildiğim bir şey var. Bu ülkenin sorunu sistem sorunundan ziyade insan ve insani değerler sorunu var. Başkanlık sistemi veya dünyanın en güzel sistemini getirseniz de bizdeki sorunlar bitmez. Daha da büyür. Zira bizim kavgamız doğruyu, iyiyi, güzeli bulma kavgası değildir. Kayıkçı kavgası bizimkisi.

Bir defa biz kendimizi düzeltmez isek, hiçbir sistem bize fayda sağlamaz. Merkezine adaleti, güven ve doğruluğu, hakkaniyeti almadığımız müddetçe hiçbir sistem bizim derdimize derman olmaz. İnsan ve insani değerler, bizim olmazsa olmaz kırmızı çizgimiz olmalıdır. Dünyanın en kötü sisteminde bile biz adaleti tesis edebiliriz. En iyi sisteminde de biz insanlara zulmedebiliriz. Tüm mesele insanda bitiyor. Çünkü insan faktörü önemlidir. Zira hangi sistem olursa olsun ülkeyi yine insan yönetecektir. Kafa yapımızı ve mantalitemizi değiştirmeden bir menzile varamayız. Sorun insanda. İnsanın adam olmasındadır. Biz adam olduk mu sistem çok önemli olmaz o zaman. Baba ile oğlun bir sinema hikayesi vardır: "Bir baba hafta sonu çocuğuna onu  sinemaya götürmek için söz verir. Hafta sonu gelince çocuğu, babasına  sözü hatırlatır. Uzanıp yatmakta olan babası gitmek istemez. Çocuğun ısrarı sonucu babası, masadaki gazeteyi kendisine vermesini çocuğundan ister. Gazeteyi paramparça yapan adam parçalanan gazeteyi çocuğuna uzatır ve şöyle der:
 -Yavrum! Şu gazetedeki dünya haritasını düzeltirsen seni sinemaya götüreceğim.
Biraz sonra dünya haritasını düzelterek getiren çocuğa babası hayret eder ve
-Çocuğum! Nasıl yaptın, deyince çocuk:
-Babacığım! Dünya haritasının arkasında bir adam resmi varmış. Adamı düzeltince dünya da düzeldi, der."

Bu ülkenin selamet ve huzurunu isteyenler! Gelin hep beraber ilk önce adam olalım, kısır çekişmelerden uzaklaşalım. Önce kendimizi düzeltelim. Zira düzeltmeye kendimizden başlarsak, yani adam olmaya karar verirsek zaten dünya kendiliğinden düzelmiş olur. 17/11/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde