—Helal
olsun baba sana.
—Hayırdır
evlat.
—Kriz
yönetimini iyi beceriyorsun. Bugüne kadar içinden çıkamadığın hiçbir mesele
kalmadı. Öyle ki suçu olmayan bile senin konuşmandan sonra kendini suçlamaya
başlıyor. Nasıl çıkıyorsun bunun içerisinden böyle?
—Bu
başarımı çocukluğuma borçluyum evlat.
—Nasıl?
—Bazı
derslere çalışmadan sınava girerdim. Haliyle kötü puan alacağım. Daha sonuç
açıklanmadan basardım yaygarayı. Ne kötü öğretmen. Doğru dürüst ders
anlatamıyor. Kendi doğru dürüst bilmiyor ki bize anlatsın. Derse zaten geç
geliyor. Sınavlarda kazık soruyor. Notu kıt. Gramla veriyor. Sınıf hep dökülecek
gibi şeyler söyleyerek alacağım zayıfla bahane bulur, zemin hazırlardım.
Sonuçlar açıklandıktan sonra kimse beni suçlamazdı. Çünkü suçlu ders
öğretmeniydi. Yüksek puan aldığım dersler yok muydu? Vardı elbet. Bu derslerden
yüksek notu ben alırdım, zayıfları ise öğretmen verirdi. Kısaca iyi olan şeyler
benden, kötü olanlar ise öğretmenden kaynaklanıyordu. Büyüdüğüm zaman da aynı
yolları izledim. Suçlu olduğum her konuda ürettiğim mazeret ve gerekçeler beni
zeytin yağı gibi hep üste çıkardı. Bunun dışında bana yol gösteren başka şeyler
de var hayatımda. Belki de en önemlisi.
—Nedir
o?
—Küçüklüğümde
yer düşerdim. Elim yüzüm toza karışırdı. Sağıma soluma bakardım. Şayet birileri
varsa basardım ağlamayı. Ağlamamı gören biri gelip beni kaldıracaktı nasılsa.
Kaldırırlardı sağ olsunlar. Kaldırdıktan sonra niye dikkat etmedin, yere sağlam
basmadın, önüne bakmadın mı şeklinde suçu bana atmasınlar diye ağlamama devam
ederdim. Ta ki büyüklerim düştüğüm yere ayaklarıyla vuruncaya kadar. Onlar ah
ah seni şeklinde yeri tekmeledikçe keyfim yerine gelir, ağlamayı keserdim.
Büyüğümün ardından, düştüğüm yere birkaç tekme de ben atardım. Burada da suçlu
bendim. Yerin ne suçu vardı halbuki. Ama büyüğüm suçu bende aramayıp tüm suçu
yere atınca, bu benim bilinçaltıma yerleşti. Başıma ne gelirse gelsin, bir şeyi
ağzıma yüzümü bulaştırsam dahi suçu hep karşımda aradım.
—Aynen
devam ettiriyorsun bu huyunu.
—Matematik
formülü gibi kesin sonuç veriyor. Niye devam ettirmeyeyim.
—Bazen
gülünç duruma düşme durumu da söz konusu olabilir ama
—Bazen
benim de öyle düşündüğüm olur ama bana inanan yani uydurduğum bahane ve
gerekçeye inanan etrafımda o kadar çok kişi olunca çevremin inandığına ben niye
inanmayayım diyor ve yoluma devam ediyorum.
—Formül
dedin. Gerçekten her kapıyı açar mı?
—Hem de nasıl. Siyasilerimizi görmüyor musun? Onlar da aynı yolun yolcuları. Proje, program ve hizmetten çok tüm siyasi hayatları mazeret üretmek, gerekçe bulmak, bahane uydurmakla geçiyor. Mesela bir ürüne zam gelir. Biz yapmadık derler. Zammın biraz fazla olduğuna dair tepkiler gelmeye başlayınca az biraz indirim yaparlar. İndirimi biz yaptık derler. Hasılı, siyasilerimiz de bu maharetlerini benim gibi küçüklüklerine borçlular.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder