Ana içeriğe atla

Jurnalci Olmak İstemez miydiniz? *


Sözlükte jurnal, "Biriyle ilgili olarak yetkililere verilen kötüleme, ihbar yazısı" demektir. Jurnalci ise "Jurnal ederek yetkililere, yöneticilere yaranmaya çalışan kimsedir. Bir nevi ispiyoncu. Çünkü ispiyoncu da "Birinin sırlarını, davranışlarını, düşüncelerini gözleyerek yetkili kişilere bildirene" denir. Haldun Taner jurnalcilik yapanlar için "İhsan bekleyen bu çanak yalayıcı, bu jurnalci yaratıklar köpeklik tarihinin yüz karası idiler," der.

İster jurnalci, ister ispiyoncu, ister muhbir diyelim, bu işi yapma amacının bir yere gelmek için üst yöneticilere yaranmak ve yaltaklık yapmak, bir başkasını yakmak suretiyle mutlu olmak, bir başkasının mutsuzluğu üzerine mutluluk kurmak olduğu anlaşılmaktadır. Prim yapıyor olmalı ki jurnalcilik yapılıyor. Demek ki bazı üst yöneticiler böylesini istiyor ve yükselmek, bir yere gelmek isteyen de bu yola başvuruyor. 

Bahsettiğim jurnalci devlet adına iş yapan, devletin güvenliğini sağlamakla görevli istihbarat görevlisi değil. İstihbaratçının görevi zaten istihbarat toplamaktır. Kastım bunlar değil. Zaten bunlara jurnalci denmez. Halk ve devlet nezdinde bunlar muteberdir. Benim konu edindiğim jurnalci, üzerine vazife olmayan yalaka takımıdır. Oturduğu yerde insanları fişlemek görevini üstlenir. Herhangi bir kuruma gidip falan kimse şu şu işi yapıyor, şöyle biridir, demesine gerek yok. Nasılsa Bilgi Edinme diye bir şey var. Elindeki oyuncağı açıp çekemediği, kin beslediği insan hakkında ilgili kurumlara sanal alemden yazıp bilgi aktarıveriyor. Böyleleri, aklı sıra vatandaşlık görevini yaptığına da kendisini ve çevresini inandırır. Yaptığının yanlış olduğunu kabul etmez. Bu iş için vicdanının sesini de dinlemez. Kendisini de jurnalci, ispiyoncu, muhbir olarak görmez. Yazdığına da biraz hamaset kattı mı onun için yükselmenin sınırı olmaz. Bu tipler ne polistir ne askerdir ne de istihbaratçıdır. Bunlar gönüllü çanak yalayıcıdır, köpeklik tarihinin yüz karasıdır. Bu tiplerde bu mide, üst yöneticilerde de bunları tasvip olduğu müddetçe jurnalci için yükselmenin sınırı yoktur. İşine yarayacaksa anasını da satar, babasını da. Gerekirse hanımını da satar. Arkadaşmış, hiç önemli değil. Onun için tek şey vardır, yükselmek. Amaç bu olunca her yol, her şey mubahtır onun için. 

Her kaba göre şekil alan bu bukalemun tipler, yeri geldiği zaman istihbarat toplar, yeri gelir polis olur, yeri gelir hakim ve savcı olur. Seninle ilgili seni senden daha iyi tanıyacak şekilde senin niyetini okur, basit Aristo mantığından hareketle hakkında hükmünü de verir. 

Allah kimseyi jurnalci yapmasın. Toplumun ve çevresinin yüz karası olan bu tip jurnalcileri Allah ıslah eylesin. Hâlâ düzelmiyorlarsa şerrinden Allah herkesi emin eylesin. Arsız bu tiplerin eline kimseyi düşürmesin. Başkası adına kazdığı çukurların beterine kendileri düşsün. Düştüklerinde ne ağlayanı ne de elinden tutanı olsun. 

*20/02/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde