Ana içeriğe atla

Ne Kadar Halkçıyız?

Atatürk ilke ve inkılaplarından biri de halkçılıktır. Ne demek halkçılık? "Bireyler arasında hiçbir hak ayrılığı görmemek, topluluk içinde hiçbir ayrıcalık kabul etmemek, halk adı verilen tek ve eşit bir varlık tanımak görüş ve tutumu, popülizm." Benim bu tanımdan anladığım vatandaşların eşit olması, birinin diğerine karşı ayrıcalıklı olmamasıdır.

Halkçılık sadece bir ilke olarak kalmamış, aynı zamanda Anayasamızın 10.maddesinde de yer verilerek eşitlik, anayasal güvence altına alınmıştır:

"Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir."

"Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür."

"Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz."

"Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."

Halkçılığı bu tanımıyla sevdim. Ki olması gereken de bu. Zira kimsenin kimseye karşı bir üstünlüğü olamaz, olmamalı da. Fakat böyle mi? Bu ülkede yaşayan herkes eşit ve eşit haklara sahip mi? Her birimiz kanun, ödev, imkan ve imtiyazlarda eşit miyiz? Keşke böyle olsaydı! Nasıl ki içki şişede durduğu gibi durmuyorsa bizdeki halkçılık da tamamen bir göz boyamadan, halkın gazını almaktan ibarettir. Sözde halkçılıktır bizdeki. Halkçılık değil, sınıfçılık var. Örnek ver örnek mi diyorsunuz. Buyurun:

*Her Türk vatandaşı askerlik yükümlülüğünü yapmakla yükümlüdür. Yaşı geldiği zaman herkes işini, gücünü bırakır; asker harçlığı hariç devletten bir kuruş para almadan askerlik vazifesini yerine getirir. Burada sormak isterim. TSK'da görev yapmak üzere yetişen subaylar  bu anlamda bu ülkede askerlik yapıyor mu? Subayların yaptığı zaten askerlik, daha ne askerliği yapacak derseniz, subayların yaptığı askerlik, vatandaşın yaptığı askerlik değildir. Yaptıkları bir nevi devlet memurluğudur. Askeri okulu bitiren maaşlı olarak orduda görev yapar. Vatandaş nasıl askerlik yapıyor? Sivil hayattaki görevini bırakarak silahaltına alınıyor. Devlet ne kendine maaş veriyor ne de ailesine. SGK'si bile işlemiyor. Askerde geçirdiği süreyi emekliliğine saydırmak için vatandaş para ödemek zorundadır. Anlatmak istediğim vatandaşın yaptığı askerlik ile subayların yaptığı askerlik arasında dağlar kadar fark vardır.

*Milletvekilinin yaptığı siyaset ile devlet memurunun siyaseti arasında uçurumlar var. Mesela bir milletvekili, vekillikten istifa etmeden belediye başkan adayı olabiliyor, adaylık sürecinde maaşı ve diğer imkanları devam ediyor. Bir devlet memuru vekil veya belediye başkan aday adayı olmak isterse YSK'nin belirlediği takvimde memuriyetten istifa etmesi gerekiyor. Aday seçildim, seçileceğim derken aylarca maaş almadan bekliyor ya da arazide meccanen çalışıyor. Burada nerede eşitlik var? Memura deniyor ki maaş ve imkanlardan yoksun olarak çalış. Niçin vekiller için böyle bir yol düşünülmez? Bu ayrıcalık basit bir ayrıcalık değildir.

Verdiğim bu iki örnek bile bu ülkede eşitliğin olmadığını göstermektedir. 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde