Ana içeriğe atla

Tabela Partilerini Şimdi Daha İyi Anladım *


Hep düşünmüşümdür, girdiği her seçimde bir varlık gösteremeyen bizde yığınla siyasi parti var. Diyelim ki siyasete bir soluk getirmek ve siyasette temsil ettiğim benim görüşüm de var olacak denir, partiler kurulur ve Türkiye çapında teşkilâtlanılır. Bir, üç, beş seçime girdi. Ama hiçbirinde kendini gösteremedi ya da birkaç seçim gösterdi, tabanını kaybetti. Kurulan bu tür partiler niçin fesih yoluna gitmez? Bildiğim kadarıyla 90'ın üzerinde bu şekil partimiz var. Dört-beş partinin dışında hemen hemen hepsi birer tabela partisi bunların.

Bereket bu tabela partilerinin hepsi seçime katılmıyor. Bir an için bu partilerin hepsi seçime girse YSK'nın sandıkta seçmen tarafından kullanılmak üzere bastıracağı birleşik oy pusulasının uzunluğunu gözünüzün önüne bir getirin. YSK her bir partiye bir cm'lik bir sütuna yer verse oy pusulasının uzunluğu en az 90 cm olur. YSK böyle bir pusulayı bastırdı. Ne zarfa girer ne de kabine giren seçmen partisini bulur. İşte o zaman çık çıkabiliyorsan bu işin içinden! Niye varlar, niçin varlıklarına devam ettiriyorlar diye hayret ettiğimiz bu tabela partilerine, seçime girmemeleri yönüyle ne kadar teşekkür etsek azdır. Seçime girmeyerek ülkeye ne büyük katkıda bulunduklarını bilmemek için insanın saf olması lazım. 

Şükür ki her seçimde 12-15 arasında bir parti seçime giriyor. Diğerleri seçime bile girme gereksinimi duymuyor. Tabela partilerinin çoğu Türkiye çapında teşkilatlanma yoluna gitmiyor, bu yüzden pek masrafları olmuyordur. Ama tabela partilerinin bir kısmı ülkenin her ilinde örgütlenmiş durumda. Bunlar bildiğim kadarıyla hazine yardımından mahrumlar. Ne yerler, ne içerler, masraflarını nereden ve nasıl karşılıyorlar bilmiyorum. Sadece teşkilat binalarının kiraları bile bu partilere kısa zamanda iflasa götürür. Ama içlerinde müflis yok. Bu paranın kaynağı nereden geliyor, anlamak zor. Ama bir gün bu merakımı gidereceğim.  Nasıl derseniz? Bir tabela partisi kurarak... Çünkü ancak o zaman gelir ve gider ayan beyan ortaya çıkar.

Düşün düşün bir türlü varlık sebeplerini anlayamadığım tabela partilerinin, siyasi hayatımızda niçin hala varlıklarını devam ettirdiklerini geç de olsa galiba anlamaya başladım. Bu partiler stepne görevi yaparak demokrasiye katkıda bulunuyor ve bu vesileyle adlarından söz ettiriyorlar. Nasıl ki her seçimde aday yapılmadığı için partisine küsen ve kızan aday ve belediye başkanı eksik olmuyor. Bu cevherler üyesi bulundukları partiden aday gösterilmeyince ne yapacaklar? Çekilip köşelerine otursalar küflenip giderler ve memleket bir hizmet aşığından  mahrum kalır. Böyle bir duruma tevessül vatana ihanet demektir. Çünkü bu vatan  onlardan hizmet bekler. İşte bu durumda bu stepne partilerine gün doğar. Küskün ve dargınlar bunların kapısını çalar ve adı-sanı duyulmayan bu partilerden aday olur. Kazanır mı kazanmaz mı bilmiyorum ama böylesi durumlarda parti, adından söz ettirerek ilgi odağı olur. Reklam reklamdır. Gördüğünüz gibi reklamın kötüsü olmaz. 

Tabela partilerini sadece küskün ve kırgınlar ziyaret etmiyor. Kendi partisinden adaylığı, YSK tarafından belirlenen saatte ilçe seçim kurullarına yetiştirilemeyen adaylar da aşındırabiliyor ve bu partiler kendi adaylarını çekerek daha güçlü olan mağdurun gönlünü de alıyor ve oy oranını, sayesinde artırma yoluna gidebiliyor. Bekleyip göreceğiz sonuçları hep birlikte.

Bu ve benzeri nedenlerle bu tabela partilerinin misyonunu anlayabiliyorum. İyi ki varlar! Yoksa maazallah, partisinden aday yapılmayan, takvimde belirtilen saatte adaylık müracaatı yapılamayanlar ne yapacaklardı? Siz siz olun, adına ister tabela partisi  veya stepne parti deyin, ama asla küçümsemeyin. Çünkü bir gün gelir, bu partilere gün doğar.

*23/02/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde